Mir Murat Demir

Ben Bilmiyorum!

Mir Murat Demir

Bildiklerim, uzmanı olduklarım, fikir yürütebileceğim, karar verecek, nihayetine ulaştırabileceğim konu ve projeler var elbette. Evler ve işyerleri, binalar nerelere yapılır bilmiyorum. Büyük bir arazi var, toprak verimli, nasıl orman yapılır, olası tehlikelere karşı hangi tedbirler alınır bilmiyorum. Bina yapılırken ya da satın alırken depreme karşı nasıl inşa etmeliyim, nasıl seçimler yapmalıyım, bilmiyorum. Bilmemek beni zora sokmuyor, çağdaş bir ülkede yaşıyorum ve bu konuların uzmanları, duayenleri, kurumları var,  sorar, araştırır öğrenirim. Doğrusu da böyle değil mi, sormak, araştırmak, işin uzmanı ya da uzmanlarından bilimsel dayanağı olan bilgiler ve tavsiyeler almak. Nasıl olacağını bilmediğim o kadar çok konu, işlev var ki, bilmiyorum ama yaşamsal deneyimlerime, görgü ve bilgilerime dayanarak nasıl olacağını bilmediğim ama nasıl olmayacağını bildiklerim çok. 
Kar yağar, dolu yağar, yağmur yağar, halen hazırda da nehirlerimiz var, derelerimiz var, çaylarımız var, akış hızını ve yoğunluğunu bilmesem de en yüksek seviyeyi baz alarak yataklarına da yakınları civarlarına da bina yapmam, insan ya da hayvanlar için barınak kulübe dahi yapmam. Kış mevsiminin soğukları gibi, beş, altı yılda bir, çok soğuk olur, nehirlerimiz, derelerimizde öyle öyle yıllar olur ki yağışların olması, süresi ve debisi en yukarılara çıkar, en uç değerlere göre tedbirimi alırım.
Ev işyeri, bina yapacaksam, yaptıracaksam yerini ve hangi teknik şartlarda yapılacağını bilmiyor olabilirim, bataklığa, dolgu yapılmış yere bina yapılmaz, bunu biliyorum. Depremlerde en çok can kaybı olan ve hasar gören binalar bu şartlara uymayanlar değil mi? Binalar yapılırken pencere kapı sayısı, binanın rengi, motifi, deseni ne derece önemlidir bilmiyorum ama zemin etüdü ve kolonlarda ki demir miktarı ve çimento, kum kalitesi önemli, bunu biliyorum.
Ülke olarak, yaşayan insanlar, halk olarak bizler son bir, iki ay içerisinde tatmadığımız felaket yaşamadığımız afet kalmadı gibi, hayatımızın akışı içinde olası şeyler, karamsarlık yok, ürkmek, korkmak da yok. Doğamız da alışık olduğumuz hareketler dışında alışık olmadığımız en uç noktalarda ki musibetlerde bizler için, insanlar için. Yakın geçmişte aynı anda yirmiden fazla yörede, bölgede orman yangınları yaşadık, insanlar öldü, hayvanlar öldü, ne türünü ne de sayısını bilmediğimiz çokça ağaç ve börtü böcek öldü. Orman yangınlarımızın bazıları yerleşim bölgelerine kadar yayıldı, korktuk ve ziyadesiyle üzüldük. Ormanlar yapılırken ve yapılmışlar için olası yangın tehlikesine karşı tedbirlerimizin çok yetersiz olduğunu yaşayarak öğrendik. Yangınlara karşı ne tedbir alırsak alalım olması mümkün mü, mümkün, öyleyse ikinci adım, yangınların en az kayıpla en kısa sürede söndürülmesi için geniş içerikli tedbirler almamız gerek. Ormanlar içinde, ağaçlık bölgelerde, hele hele yangın başlamış ve büyümüşse insan eli, emeği marifetiyle söndürme yapılması çok riskli ve hayati tehlike içeriyor. Hava araçları, uçak ve helikopter sayımızı artırmak ve teknik özelliklerini yangın söndürmeye uygun hale getirmek ben gibi sıradan bir yurttaşın dahi anlayabileceği bir gerçeğimiz.
Şimdi bilmiyorum biliyorum diye sıraladığım ve her okurumun vakıf olduğu gerçeklerimizi en yalın haliyle yazmaya çabaladım. Tuhaf olan ve sizlere de ilginç gelen, bu sorun ve çözümleri sizler ve ben gibiler neden bilsin ki. Devletimizin büyük bir organizasyonu var, her işin her konunun uzmanı ve yetkilisi, sorumlusu var. 
“Felaket başa gelmeden evvel önleyici ve koruyucu tedbirleri düşünmek lazımdır, geldikten sonra dövünmenin yararı yoktur.” Demiş Cumhuriyetimizin kurucusu, deha, devrimci atamız Mustafa Kemal ATATÜRK. Ne kadar tedbir alırsak alalım, önlemlerimizi artırırsak artıralım, hesaplarımızda olmayan, en uç noktalarında ötesinde sıkıntı ve sorunlarla baş başa kalabiliriz. Sorunumuz sıfır sıkıntıyla yaşamak değil, yaşadıklarımızın ihmal, aleni tedbirsizlik, akışına bırakma, hafife alma, önceliklerin bilimsel ve akli olarak belirlenememesi. Küresel ısınma ve beraberinde neler neler olacak, kaderimiz, yazgımız deyip beklemek mi, bilimsel ve akılcı öngörülerimizi artırmak mı? Kısacık bir yaşam süremiz var iken, bu tedirgin hal, bu pespaye yaklaşımlar, çay atmalar falan. İnsanız ve onurumuzla yaşamak, yaşarken de özgür, korkusuz, umutlu, mutlu olmak en temel hakkımız değil mi?
Mir Murat Demir
 

Yazarın Diğer Yazıları