BİR TAŞLA İKİ KUŞ!
Mir Murat Demir
Başarılı olur muyum bilmiyorum, sonucu, bu yazıyı uzun olmasına rağmen tamamıyla okuyup okumamanızla alakalı. Değerli bilim insanımız “Hüseyin Yılmaz” ın başarı hikâyesi ve akabinde insanlar olarak bizlerin başarı yolunda ki zorluk ve sıkıntıların çokluğundan bahsedip, yorumlayıp, “tetikleyici mi” diye sorumu soracağım.
**
Hikâye 1936 yılında Denizli'nin Acıpayam ilçesinde görevli öğretmenlerin pikniğe gitmeleriyle başlıyor.
Öğretmenler piknik yaparken keçilerini otlatan küçük bir çoban çocukla karşılaşır. Çobanı yanlarına davet edip çay ikram ederler ve ismini sorarlar.
Küçük çoban ürkek bir sesle cevap verir: Hüseyin...
Hüseyin’e öğretmenler yanlarındaki gazeteyi verip okumasını isterler. O tarihlerde okuma yazma bilenlerin sayısı o kadar azdır ki... Okuma öğrenenlerin diplomaları bizzat valiler tarafından imzalanır...
Hüseyin okuma bilmediği için gazeteyi eline almayı kabul etmez...
Öğretmenler bu kez yaşını ve neden okula gitmediğini sorar...
12 diye cevap verir ve ekler: 3 yaşımda annemi kaybettim, 11'imde de babamı...
Hüseyin ile süre sohbet eden öğretmenler, çocuğun aslında çok zeki olduğunun farkına varırlar. Mutlaka okuması gerektiğini tembih ederler... Hüseyin, karşılaştığı öğretmenlerin verdiği destek ve heyecanla Denizli’de parasız yatılı okumaya başlar. Bir süre sonra katıldığı bir matematik yarışmasında Hüseyin’e bir kitap hediye edilir. Hüseyin kitabı bir gecede bitirir.
Ertesi gün Fen Bilgisi öğretmenine gider, "Bu kitapta eksiklik var” der... Öğretmen şaşırır. Çünkü Hüseyin’in bahsettiği eksiklik, Görecelilik Teorisi hakkındadır. Söz konusu teorinin önemli bir parçasının kitapta olmadığını fark etmiştir Hüseyin. Fen öğretmeni konuyu İTÜ'nde kendi hocası olan rahmetli fizik profesörü Nusret Kürkçüoğlu’na mektup yazarak iletir. Nusret hocadan şu yanıt gelir: “Hüseyin liseyi bitirince İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliği'ne gelsin”
Ve Hüseyin mezun olunca İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliği'ne gider. Denizlili öksüz ve yetim çoban Hüseyin, orada da birtakım çalışmalar yapar ve çalışmalarını hocaları anlayamaz. Hocalarından biri, "Bu çalışmalarını bilse bilse Amerika Boston'daki Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nde (MIT) görevli Prof. Dr. Morse bilir' deyip mektupla ona gönderir.
Prof. Morse’dan da şöyle bir cevap gelir: “Hüseyin’in bu yaptığını 5 sene önce bir grup buldu, ama bunu Hüseyin’in tek başına bulması olağanüstü bir şey. Biz Hüseyin’in tüm masraflarını karşılayacağız, Amerika’ya gelsin”
Yıl 1952... Hüseyin yüksek elektrik mühendisi olmuştur. Anne baba yok. Köyünün insanları son derece fakir. Bir gazete kampanya yapar ve toplanan parayla Hüseyin Amerika'ya giden bir gemiye bindirilir. Hüseyin, MIT’te Prof Morse’un karşısına geçer. Morse, Hüseyin’in tez hocası olacak ama Hüseyin’in İngilizcesi de iyi değil. Anlayamıyor pek Morse’un dediklerini. Hocasına “Write on the blackboard” der. Prof. Morse da Hüseyin’in tez konusu olacak konuyu tahtaya yazar ve Hüseyin de bunu defterine geçirip üniversiteden ayrılır. MIT’te genelde tez konuları 5 senede, 9 senede bitirilebiliyor olmasına rağmen Hüseyin çalışmasını 3 ay sonra bitirip hocasının karşısına çıkar. Morse birkaç gün sonra tezi inceleyip Hüseyin’i çağırır. “Senin tezin bitti. Ancak burası MIT. Biz burada böyle hemen doktora diploması veremeyiz. Sen git istediğin dersleri al, 2 sene sonra gel” der.
Hüseyin 2 sene sonra doktorasını alıp bu kez Princeton Üniversitesi'ne gider. Orada ünlü fizikçi Albert Einstein ile birlikte çalışır.
Birkaç yıl sonra Boston’a geri dönüp icatları destekleyen bir firmada çalışmaya başlar. Burada bilgisayarlar ile konuşmanın onlara talimat vermeye yönelik projeler yürütür. Sesle kumanda edilen bilgisayarı ilk defa 1960’ların başında Hüseyin Yılmaz yapar.
1958 yılında, çalışmalarını yakından takip ettiği Albert Einstein’in kendisi kadar ünlü fonksiyon teorisinde eksikler tespit eder ve bunu bir mektupla kendisine bildirir. Ancak mektup ulaşmadan Einstein ölür.
Yılmaz, bu hatayı ünlü bir bilim dergisinde yayımlayınca akademik dünyada adeta kıyamet kopar. Bilim dünyası ikiye bölür ve Einstein’in kuramına karşı Yılmaz kütle çekim kuramı da literatüre girer. 27 Ocak 2013'te ise ABD'de vefat eder.
Bugün dünyada çok popüler olarak kullanılan Siri, Google Now, Cortana gibi bütün programlardaki sesli komut sistemin mucidi Prof. Dr. Hüseyin Yılmaz'dır...
**
İnsanlar olarak bizler nasıl yaşıyoruz, ebeveynlerimiz imkânları dâhilinde hatta bazen risk alarak, fedakârlık yaparak tüm gerekenleri önümüze seriyorlar ve ekseriyetle vasatı az geçiyoruz. Sayıları az olmakla birlikte çokça imkân yetersizlikleri ve eksiklikler olmakla birlikte bazı insanlarımız bilim ve sanat çalışmalarında zirveyi tadıyorlar. Evet, zirveyi tadıyor olmakla birlikte popülarite de ve tanınmışlıkta zaman aleyhlerine işliyor ve rahmetle anıp, ruhu şad olsun dediğim sayın, sevgili “Prof. Dr. Hüseyin Yılmaz” bilim insanımız gibi sonradan mı öğrenip vakıf olabiliyoruz başarılarına?
Okuma ve araştırma, sorgulama konusunda eksik ve yetersiz miyiz? Anlama, algılama, doğru ve isabetli çıktılar alıp anlamlandırma konusunda mı eksik kalıyoruz? Aklımız, fikrimiz, yeteneğimiz bu kadar, ne isek oyuz mu? Hayır, sizlere soru sormuyorum, birlikte düşünerek cevapları, doğru ve isabetli cevapları birlikte bulalım istiyorum. Dünya da neler olup bitiyor meselenin tümüyle alakalı fikir yürütebilecek bir yeterliliğe sahip değilim. Ülkemde neler olup bitiyor sıkı bir takipçi olmamla birlikte bazı olay, durum, şahsiyetler var ki, uzun yıllar sonra haberdar oluyorum ya da haberdar olmuşum da hafızamda yer mi bulamamış, yeterince odaklanamamış mıyım, belki de yeterince zeki değilimdir! Atladıklarımız, gözden kaçırdıklarımız, gerekli önem ve ehemmiyeti sağlayamadıklarımız, böylesi bir kargaşa içerisinde gelgitlerle yaşıyoruz. Sen geldin ama önemi kalmadı, sen anladın ama gereği kalmadı ve birçok sözün muhatabı olmamak için, makul, mantıklı, bilinçle bir hayatın müdahili olarak yaşamak en iyisi sanırım. Gözden kaçırmadan, denge faktöründen de sapmadan bir hayat yaşayabilmek, ne güzel ve muazzam değil mi? Düşünün, düşünelim, bir halterci 250 kiloyu kaldırıyor da 252,5 kiloyu kaldırmakta başarılı olamıyor. Düşünün, düşünelim, bir maratoncu 40 kilometreyi başta ve liderlikle koşuyor da sonlarda sonunculuğa düşüyor. Görüp, duyup, okuyup bilgi dağarcığımızda biriktirdiğimiz ne varsa hatırlayarak gözden geçirelim, hedef saptaması mı yanlış, performans mı eksik, randımansız bir an mı, verimliliğin negatif olmasını gerektiren etkenler mi fazla? İnsanın gösterdiği çaba, verdiği mücadele mi kişiyi başarı ve zafere götürür? İnsan ne kadar çabalarsa çabalasın, mücadele ederse etsin, kelebek kanadı etkisi kuramı ile diğer tüm etkenlerde lehine olacak mı? Nihayetinde insanım, kısıtlı bir aklım var, böylesi derin sorular, sorgulamalar yumağıyla neden kendimi muhatap kılayım, kader, kısmet der geçerim mi? Nasıl yani, siz bir başına olduğunuzda da kendi kendinize yüzlerce soru üretip yine kendi beyninizle cevap aramıyor musunuz? Dünyanın öteki yüzünde birinin tökezlemesi halinde düşüp canının acımasına ağıt yakıp yas tutmam ama istemem olsun. İnsanlar nerede ve nasıl yaşarlarsa yaşasınlar kahkaha atamayabilirler, kabulüm, her insan her şartta tebessüm etsin ve her insan her şartta başarıya ve mutluluğa namzet olsun istiyorum. Bir değerli bilim insanımızı yazıma aldım hayatını ve başarı hikâyesini literatürden alarak yazıma ekledim. Bu örnekten de yola çıkarak başarıya giden yol ve yapısı ile alakalı kendi yorumlarımı yazdım, benim bir taşla iki kuş değerlendirmem isabetli mi, doğru mu, kanaat sizlere ait.
Mir Murat Demir