Sporun doğasında rekabet vardır. Aslında insanın yapısında vardır dersek de yalan olmaz.
Ancak iş spora gelince hatlar daha bir belirginleşiyor. Bitmek bilmez bir iştah kaplıyor sporcuları. Gerek takım gerek bireysel sporlarda bunu çok net bir şekilde görebiliyoruz.
İşte bu noktada bir tartışma başlıyor: Rakibe saygı, rekabet duygusunun ne kadar önüne geçmeli ? Malatya amatöründe bu durumu bu yıl ve geçen yıllarda çokça yaşadık. Üstelik averajın bir önemi yokken(ikili averaj önemli)
Sorumuzu somutlaştıralım. Önce her zaman olduğu gibi futboldan yapalım santramızı. Diyelim ki bir takım, rakibi karşısında 5-0’lık üstünlüğü yakaladı. Maçın henüz 60. dakikası. Mücadelenin kalan bölümü için galip takımın tavrı ne olmalı ? Bu benim sorduğum bir soru değil kuşkusuz. Bu konu üzerine çokça kalem oynatıldı. Bunlardan biri ‘Averaj değil merhamet’ isimli Tanıl Bora yazısıydı. 2011 yılında yazılan bu yazıda Tanıl Bora, Kasımpaşa-Trabzonspor maçında 7-0’dan sonra Selçuk İnan’ın arkadaşlarını frenlediğini yazmış, o zamanın Paşa Teknik Direktörü Yılmaz Vural’ın da bu konudaki teşekkürünü iliştirmişti yanına. Bir anlamda centilmenlik ve rakibe saygı olarak görmüştü Vural bu hareketi.
Bir de Gordon Milne örneği var. Beşiktaş’ın 10-0’lık Adana Demirspor galibiyeti sonrasında “Gençlere anlatamıyorsun. Küme düşmüş bir takıma üçten fazla atılmaz”
demişti. Bu bir görüştü.
Bir de bunun tam aksi var. Yani rakibe saygıyı disiplinli oynamak ve elinden geldiğinin en iyisini yapmak olarak algılayan düşünce.
Yakın örnekleri Arthur Zico ve Ertuğrul Sağlam. Ertuğrul Hoca soyadı gibi sağlamcı. ‘Ya lazım olursa’ ekolünden.
Bu ne emek? Lig sonunda eğer averaja ihtiyacımız olursa diye düşünüyor.
Zico ise ‘Rakibe saygı gösterdik. Saygımız gol atarak kanıtladık’ fikrinde. ‘Ne kadar atarsak o kadar rakibi değerli görüyorum’diyor. Bu da ikinci görüş.
SIFIRA KARŞI OLMAZ
Basketbol, çözümü bulmuş gibi. Sepet topunda eğer fark büyükse son 30 saniye neredeyse hiç oynanmıyor. El sıkışmalarla geçiriliyor bu zaman zarfı. Eğer olur da biri bu yazılı olmayan kuralı çiğnerse, taraftarın yoğun tepkisine uğruyor.
Masa tenisinde mesela sıfıra karşı oyun almak bir saygısızlık olarak görüldüğü için mutlaka bilerek de olsa rakibe bir puan bırakılıyor.
Ya da Curling de farkın kapanma ihtimali iyice düştüğünde karşılıklı eller sıkılıyor. Oyun nihayete eriyor. Kuşkusuz ki bu örnekler ilk kategoriye daha uygunlar.
Ve malum soru yeniden alevlendi:
Sporun ruhuna hangisi daha yatkın: Fişi çekmek mi frene basmak mı? Karar sizin...
Değerli yorumlarınızı bekliyorum.
Saygılar.
ANTRENÖR
MEHMET ALİ LÜLE