Bismillahirrahmanirrahim
İnsanlık tarihinin en müstesna, en kutlu ve en nuranî gecesi... Karanlıklar içinde inleyen bir dünyanın, cehaletin boğucu ağırlığında kıvranan bir insanlığın yeniden doğduğu gecedir bu. Çünkü bu gece, Allah Teâlâ’nın kudretiyle, rahmetiyle ve sonsuz hikmetiyle Habîb-i Kibriyâ’sını âlemlere rahmet olarak gönderdiği gecedir. O gece, sadece bir doğum değildir; bir inkılaptır, bir başlangıçtır, varlığın kendine gelişi ve özünü buluşudur.
O doğumla beraber ne vardıysa değişti. Yeryüzünün her zerresi, göklerin her katı, zamanın her nefesi O’nunla şereflendi. Varlığın sırrı O’nda tecelli etti. Gönüller, asırlarca beklediği o nebevî nefesi sonunda duydu. Nitekim Arap yarımadasında doğan bu nur, sadece çölleri değil, asırlarca karanlığa mahkûm olmuş yürekleri de aydınlattı.
O’nun doğumu, yalnızca Mekke’nin yıldızsız gecesini değil, bütün bir insanlık tarihinin ufkunu aydınlattı. Câhiliye karanlığında kız çocuklarının diri diri toprağa gömüldüğü, zulmün, putperestliğin, ırkçılığın, sınıf ayrımının hüküm sürdüğü bir zamanda geldi. Ve geldiği gibi tüm bu karanlıkları dağıttı. İbn Abbas (r.a) şöyle rivayet eder: “Rasûlullah doğduğu zaman, Kisrâ’nın sarayından on dört burç yıkıldı, Mecûsîlerin bin yıldır sönmeyen ateşi söndü ve Save Gölü kurudu.” (Taberî, Târîh)
Çünkü o doğum, yalnız fizikî bir doğum değildi. O doğum, bâtılın yıkılışı, hakikatin doğuşuydu. Her zerre O’nunla yeniden hayata kavuştu. Çünkü O, Hakk’ın en mükemmel tecellisiydi. Kâinat kitabının en güzel cümlesi, zamanın kalbine yazılmış sonsuzluk mührüydü.
Nitekim Hz. Peygamber’in doğumu hakkında Osmanlı devrinde kaleme alınan Mevlid-i Şerifler, bu eşsiz hadiseyi hem edebî hem tasavvufî derinlik içinde işler. Süleyman Çelebi'nin kaleminden dökülen şu beyit, bu doğumun ne denli muazzam bir hadise olduğunu veciz biçimde anlatır:
> Ol zaman agyâr yok idi yâ Hû
Yalnız ol var idi ol dahi mehcû
> Kendiyle kendüsi hem-söhbet idi
Genc idi her ne kim var devlet idi
Bu beyitlerde işaret edilen mana, Hz. Peygamber’in yaratılmadan önce dahi ruhunun mevcut olduğu ve yaratılış sebebinin O olduğudur. Zira bir kudsî hadiste şöyle buyrulur: “Sen olmasaydın, âlemleri yaratmazdım.” (Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ)
İşte bu manaya mazhar bir doğumdur Kutlu Doğum... Farsça beyitlerde bu mana daha da derinleştirilir:
> به ناوک غمزه کشتی صد هزاران دل ز جا
محمد آمد و شد عاشقان را مبتلا
> (Gamzelerinin okuyla binlerce gönlü yerinden söküp attın; Muhammed geldi ve âşıklar pervâne oldu.)
Ey gönül! O doğumu sadece kutlama; o doğumla sen de yeniden doğ. Zira gerçek doğum, Hz. Peygamber’i tanımakla ve onunla dirilmektir. Onun ahlâkını kendine ahlâk edinemeyen, onun nurundan bir kıvılcım bile taşımayan bir yürek, doğmuş sayılmaz.
O’nun doğduğu geceye bizzat Rabbimiz yemin edercesine nurundan bahsetmişti. Şu beyt, bu nuru ne güzel yansıtır:
> ولد الهدى فالكائنات ضياء
وفم الزمان تبسم وثناء
> (Hidayet doğdu, kâinat aydınlandı. Zamanın dili tebessüm etti ve onu övdü.)
O doğumla birlikte yeni bir medeniyet inşa edildi. Cahiliyeden ilme, zulümden adalete, şirkten tevhide uzanan bir inkılâp yaşandı. İnsanlık, yaratılış gayesini O’nunla idrak etti. Kalemle yazmayı, okumayı, tefekkürü, ahlâkı O’ndan öğrendi. Kadına değer, yetime merhamet, düşmana dahi adalet O’nunla mümkün oldu.
Bugün Rebiülevvel ayının nuruyla gönüllerimizi yıkarken, sadece bir geçmişi anmıyoruz. Aynı zamanda kendimizi onun aynasında seyrediyoruz. Ey gönül! Ne kadar benziyorsun o rahmet peygamberine? Onun gibi merhametli, onun gibi vefalı, onun gibi adil misin?
Eğer onunla beraber doğmak istiyorsan, onunla diril. Zira onun sünneti olmadan ihya olmaz. Onun izini sürmeden vuslat bulunmaz. Onun nuru olmadan gönül karanlıkta kalır.
Ve nihayet ellerimizi semaya açıyor, kalbimizi rahmete çeviriyoruz:
Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammed.
Ey Rabbimiz! Bizi Habîbine lâyık ümmet eyle. Onun doğumunu yalnızca bir kutlama vesilesi değil, bir tefekkür ve dönüş fırsatı olarak değerlendirmeyi bizlere nasip eyle. Onun sevgisiyle kalplerimizi dirilt, ahlâkını bize rehber eyle. O’nun yüzü suyu hürmetine bizi affeyle, onun sancağı altında haşreyle. Âmin.
Erkan Can Akan
Kaynakça
Aclûnî, İsmail b. Muhammed. Keşfu’l-Hafâ ve Muzîlu’l-İlbas, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, ts.
Taberî, Muhammed b. Cerîr. Târîhu’l-Ümem ve’l-Mulûk (Tarih-i Taberî), Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1987.
Süleyman Çelebi. Vesîletü’n-Necât (Mevlid-i Şerif), Haz.: M. Fatih Köksal, İstanbul: Haseki Yayınları, 2018.
İbn Hişâm. Sîretu’n-Nebî, Kahire: Mektebetü’l-Külliyyâti’l-Ezhariyye, ts.
Gazzâlî, İmam. İhyâ’u Ulûmi’d-Dîn, Beyrut: Dâru’l-Ma'rife, 2005.
Nursî, Bediüzzaman Said. Mektubat, İstanbul: Sözler Neşriyat, ts.
Can, Mustafa. İslam’da Peygamber Tasavvuru, İstanbul: İnsan Yayınları, 2021.
Dîvân-ı Şems-i Tebrizî, Haz.: Mehmet Kanar, İstanbul: Kabalcı Yayınları, 2022.
İbn Kesîr, İsmail. el-Bidâye ve’n-Nihâye, Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 1998.