Ak düşmüş sakalımda düşen suskunluğum geceye yansımıştı,
Bir saatin yelkovarında gece yarısı hüznüne bulanmıştı alfabemin arta kalan kelimeleri,
Bir gelincik tarlasında başlamıştı, buğday tanesine düşen sevda tomurcuğu.
Bir beşinci mevsim düşüyordu yağmur tanelerinde gökkuşağı renklerine.
Oysa kırkından sonra başlarmış kırk yıl hatırı olan kahvenin fincana içini dökmesi.
Buğday tarlasından değirmene, değirmenden ekmek teknesine akıyordu okyanusa bulaşacak öykü nehirleri.
Ve bir mavzer sesi bozuyordu gecenin karanlığında yolunu kaybetmiş kurşunların başıma düşmesi.
Ve bir hıçkırık sesine bulandı özenle seçilen kelimelerin sessizliği.
Oysa ne kadar da güzel gülümsüyordu gelincikler çiçekleri buğday tarlasında.
Usulca başını eğdi asi bir başak sıkı sıkı toprağa sarılmak için .
Oysa toprak çoktan abanmıştı bütün haşmetiyle başağın toprakla buluştuğu karanlığa.
Toprak da başak da bekliyordu güneşin yakıcı sıcaklığıyla buğdayın değirmene düşmesini.
Artık sadece beklemek kalmıştı geriye,
Ne saatin yelkovarında akrebi kovalayan gücü kalmıştı,
Ne de yağmurun dinmesini bekleyecek sabır başak da......