- Haberler
- Kültür-Sanat
- Türk Ocakları Cuma Sohbetleri
Türk Ocakları Cuma Sohbetleri
Prof.Dr. Abdulkadir Baharçiçek, Türkiye ve Ortadoğu ilişkileri üzerine doyurucu bir sunum yaptı. Oldukça kalabalık bir dinleyici topluluğu tarafından takip edilen programa, BBP İl Başkanı Av. Selma Altuntaş ve yönetim kurulu üyeleri, Baskilliler Dernek Ba
Prof.Dr. Abdulkadir Baharçiçek, Türkiye ve Ortadoğu ilişkileri üzerine doyurucu bir sunum yaptı. Oldukça kalabalık bir dinleyici topluluğu tarafından takip edilen programa, BBP İl Başkanı Av. Selma Altuntaş ve yönetim kurulu üyeleri, Baskilliler Dernek Başkanı Yunus Görgün, Parçikanlılar Derneği Eski Başkanı Hasan Kaplan, Prof. Dr. Sadık Keleş, Yrd. Doç. Dr. Cemal Koyunoğlu, Hukukçular Derneği Başkanı Av. Necati Karabay ve üniversite öğrencileride katıldı.. Ocak Başkanı Nadir Günata’nın kısa bir selamlama konuşması sonrası,Abdulkadir Baharçiçek Hoca özetle şunlardan bahsetti; “Ortadoğu denilen coğrafyada 100 sene önce ne sıkıntılar yaşanıyorsa aynısını yaşıyoruz bu gün de. Bu sorunlar sadece bölgenin değil, aynı zamanda dünyanın en önemli sorunlarıdır. Bazen Türkiye bir Ortadoğu ülkesi olarak tanımlansa da uluslararası hukuk, BM ve reel politik açısından bakılacak olursa Türkiye bir Ortadoğu ülkesi değildir. Osmanlı coğrafyasının Kuzey Afrika hariç tutulursa kalan Arap bölümü Ortadoğu olarak adlandırılmaktadır. Bu isimlendirme İngilizler tarafından yapılmıştır. Ortadoğu coğrafyası İngilizler için o tarihlerde çok önemli. Cihan hakimiyetinin olmazsa olmaz şartı bu coğrafyaya sahip olmakta geçmektedir. Bu coğrafya ayrıca semavi dinlerin çıkış yeri olması, medeniyetin çıkış yeri olması gibi siyaset dışı nedenlerden dolayı da insanlık için her zaman önem arz etmiştir. Ortadoğu coğrafyasının büyük bir bölümü yaklaşık olarak 400 yıl Osmanlı hakimiyetinde kalmıştır. En sakin olduğu dönem de bu dönemdir. Batının Osmanlı’yı parçalama planlarını devreye sokması ile birlikte bölgede karışıklıklar baş göstermeye başlamıştır. Bölgede Türkiye, İran ve Mısır’ı çıkarırsak geriye kalan ülkelerin bir geçmişi yoktur. Milli olmayan, devletleşemeyen devletçiklerden oluşmaktadır. Bu yapay devletlerin sınırları doğal değildir. Sınır yapaysa sorun var demektir. Etnisiteye göre sorun çıkar, mezhebe göre sorun çıkar. Batı bu yapay sınırları hep sorun kalsın diye yaptı. Bu sayede her sorun çıktığında bölgeye müdahale fırsatı yakalamış oldular. Büyük devletlerin varlığı bölgedeki sorunların asıl kaynağıdır. Örneğin ABD’de Obama iktidara gelince büyük risk alarak bu bölgelerden geniş çaplı olarak askerini çekti. Ancak şimdi herkes ABD’ye yalvarıyor adeta, gel bizi IŞİD’den kurtar diye. Bölgedeki ülkelerin pek çoğunda idareler meşruiyetlerini bölgeye yönelik hesapları olan büyük devletlerden almaktadırlar. İktidarları halka dayanmamaktadır. Bölgede var olan ulusçuluk, mezhepçilik, etnik ayrılıklar, su ve Arap-İsrail gerilimi var olan sorunların başlıca sebeplerindendir. Türkiye –Ortadoğu ilişkilerini 3 dönem halinde inceleyebiliriz; 1-)1923-1945: Bu dönem Ortadoğu’yu yok sayma dönemidir. Büyük bir imparatorluktan arta kalan eldeki coğrafyayı korumak refleksi ile hareket edildi. Önce varlığımızı sürdürmeliyiz denildi. Batılılar gibi ulus devlet olmalıyız, onlara benzemeliyiz, batılılaşırsak yaşarız diye düşünüldü. Peki niye batılılaşamadık? Sebep Ortadoğu’nun temsil ettiği değerlerdi. O yüzden bu değerlerden uzak durmalıyız, ilişkilerimizi minimum seviyeye indirelim, girmeyelim buralara denildi. Ayrıca reel politik de dönemin idarecilerini böyle davranmaya sevk etti. Çünkü gücümüz yoktu. Bölgenin tamamı zaten bizi bölen-parçalayan devletler tarafından yönetiliyorlardı. Komşularımız İngiltere ve Fransa idi. Onlarla harbe giremezdik. 2-)1945-1965:B u dönem batı sistemine entegre olduğumuz dönemdir. Batının ve bizim çıkarlarımız aynıdır. Ortak çıkar paydamız ise GÜVENLİK’tir. Ortadoğu’ya karışmıyoruz. Ancak 60 sonrası Kıbrıs meselesinde batı ülkelerinin bize karşı tutunduğu tavır içerde ciddi tartışmalara ve sorgulamalara yol açıyor. Batıya endeksli dış politika ile ilgili tartışmaların önü açılıyor bu dönemde. 3-) 1970 ve Sonrası: Bu dönemde 1973 Arap-İsrail savaşı ve akabinde gelen petrol krizi, bizi ve Ortadoğu’ya yönelik yıllardır süregelen politikalarımızı etkiliyor. Petrol 6 kat artınca dış ödemeler sorunu yaşamaya başlıyoruz. Petrol Araplar ’da, ancak onlardan da senelerdir uzak durmuşuz ve Batı ittifakının içinde yer almışız. İslam İşbirliği Örgütüne üye olmamışız, din örgütü demişiz. Kıbrıs’a müdahale ediyoruz ve bir bakıyoruz ki bu coğrafya bize destek veriyor ama müttefiklerimizden bize destek yok. Bir sorgulama başlıyor bizde. Bu dönemde Milli Görüş hareketinin dış politika önermesi var olan dış politikamıza karşı önemli bir karşı duruş ortaya koyuyor. Erbakan’ın İslam dinarı, İslam birliği söylemleri var. Tamamen alternatif bir dış politika yapılanması öneriyor. Ayrıca önermekle de kalmıyor bunu iktidara taşıyor. İslam İşbirliği Örgütü’ne üye oluyor Türkiye. Hatta dışişleri bakanları toplantısı İstanbul’da yapılınca ve açılışta da Kuran okununca statüko tarafından ciddi eleştiriler yapılıyor ve dönemim Cumhurbaşkanı bu uluslararası toplantıya katılmak bir yana İstanbul’dan en uzak ilimiz olan Hakkari’ye gidiyor. Ne demek Araplarla birlikte olmak… Yine Özal dönemi de dış politika konusunda ciddi bir kırılmanın yaşanmasına yol açıyor. Özal siyaset ve ekonomi ilişkisi üzerine kuruyor programını. Dışa açık serbest piyasa ekonomisini savunuyordu. Dış politika önceliğimiz ideolojik temelden ekonomik çıkar politikasına kaydı bu dönemde. Yine Özal döneminde “gücümüz yok stratejisinden” çıkıldı. Statükocu, var olanı korumaya yönelik dış politikadan müdahaleci dış politikaya geçildi. Buralar bizim hinterlandımız, bu bölgelerde olan olaylara müdahaleci olmalıyız fikri ön plana çıktı. Sovyetlerin çökmesi ile birlikte Orta Asya’ya yönelik bir takım girişimlerde bulunuldu ve bu bölgelerle Ortadoğu coğrafyası arasında işbirlikleri yapılması planlandı. Ancak içerdeki statükonun etkisi ile bu yıllar maalesef heba edildi. Gerekli açılımlar yapılamadı. Yine bölgeye hızla Amerika yerleşti. Bu dönemde Türkiye’yi olumsuz etkileyen 2 önemli olay da İran devrimi ve Afganistan’ın işgaliydi. İran’da yeni gelen rejim batıyı sorguladı ve İslam devrimi adı altında bu sorgulamayı tüm Ortadoğu’ya yaymak istedi. Tabi bu durum batıyı korkuttu. Batı o zaman dedi ki Türkiye ve Araplar birbirine yaklaşmalı, ılımlı bir İslam modeli oluşturularak İran’ın bu rejim ihracının önüne geçilmeli denildi. Ve Türkiye bölgede aktif bir hale getirildi. Batıyı sorgulayan alanları sen önle denildi Türkiye’ye. Fakat bu sefer de şu soru sorulmaya başlandı: Türkiye kimin adına hareket ediyor? Tüm bunları kendi inisiyatifi ile mi yapıyor yoksa batının maşalığını mı yapıyor? Bugün Suriye ve Ortadoğu’da yaşananların tek sebebi Türkiye’yi bu bölgelerden uzak tutmaktır. Başlangıçta yola çıkılan “komşularla sıfır sorun” stratejisi çok önemliydi. Şu anda bu politka tamamen ters yüz olmuş görünse de bu politikayı yerle bir etmek için çalışan büyük devletlerin oyunlarını görmezden gelemeyiz. Türkiye başarısız olsun diye oynanan oyunların haddi hesabı yoktur. Belki bazı taktik hatalar yapılmış olabilir, ancak karşımızdaki büyük devletlerin türlü türlü oyunlarını da görme gerekir.” Sohbet sonrası karşılıklı soru-cevap kısmına geçildi. Hocamız vaktin müsaade ettiği oranda dinleyicilerden gelen sözlü ve yazılı soruları cevaplandırdı.