Hükümete desteğimiz terörle mücadelenin başarıya ulaşması içindir.
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ'nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
Bu haftaki Meclis Parti Grup Toplantımıza başlarken sizleri ve ekranları başındaki aziz vatandaşlarımızı en iyi dileklerimle selamlıyor, hürmet ve muhabbetlerimi sunuyorum.
İnsan hayatının bin bir türlü hali vardır.
Nefes aldığımız müddetçe öngöremediğimiz, başa gelince katlanmak durumunda kaldığımız insani durumlar söz konusudur ve sonuçları itibariyle herkesi bağlamaktadır.
Veya doğuştan kaynaklanan zihni ya da bedeni bir engele sahip olan insanlarımızın varlığı da bildiğimiz, üzerinde dikkatle durduğumuz bir hayat gerçeğidir.
Engelli olmak umutsuzluğa teslimiyet değildir.
Engelli olmak çaresizliğe gömülmek, hayatın dışına çıkmak hiç değildir.
Her insanın karşılaşması muhtemel ve mümkün olan engellilik hali aslında tüm insanların ortak meselesi, ortak konusudur.
Bir defa bu kaçınılmaz hakikati anlamak ve kavramak lazımdır.
Elbette insan hayatının hazır bir reçetesi olduğunu iddia edemeyiz.
Dünyaya gözlerimizi açtığımız andan itibaren, ruh ve vücut sağlığımızın ilelebet istikrar ve garanti altında olacağını da söyleyemeyiz.
Bize göre, insani mücadeleyi anlamlı ve değerli kılan asıl husus; engellerle başa çıkma iradesini gösterebilmek, engelleri birer birer tesirsiz hale getirebilmektir.
Tanım itibariyle engel; bir şeyin gerçekleşmesini önleyen müşkül veya pürüzdür.
Ne var ki, bu tanımdaki statik ve tek yönlü yaklaşım engeli ya da engelli olmanın gerçek yüzünü açıklamaktan nispeten uzaktır.
Bir insanın doğuştan veya sonradan herhangi bir sebeple bedensel, zihinsel, ruhsal, duyusal ve sosyal yeteneklerini farklı derecelerde kaybetmesi bir engele maruz kaldığının delilidir.
Bize göre, engelliliği ya da insani bir engeli felaket olarak görmek, ah vah ederek içe kapanmak, sosyal hayatla teması kesmek makul ve mantıki bir davranış olmayacaktır.
Engelli olmak yetersizlik, acziyet, düşkünlük, acınacak bir durum olarak da asla değerlendirilmemelidir.
Kaldı ki, engelli hakları, engelli kardeşlerimizin, engelsiz fertler gibi eşit haklara erişimini sağlamak için vardır ve bu pozitif ayrıcalık herkes tarafından benimsenmeli ve bilinmelidir.
Geçtiğimiz Pazar “3 Aralık Dünya Engelliler Günü” münasebetiyle engelliliğin manası üzerine açıklama, yorum ve paylaşımlar yapılmıştır.
Bu kapsamda toplumsal bir bilincin uyanması elbette memnuniyet vericidir.
3 Aralık Dünya Engelliler Günü, aynı zamanda tutarlı bir vicdan muhasebesi yapılması konusunda fırsattır.
İster engeli olsun, ister olmasın her insanımız problemlerle boğuşmaktadır.
Akıl ve vicdan sahibi hiç kimse bu yakın ve somut gerçeğe itiraz edemeyecektir.
Fakat önceliği elbette engelli kardeşlerimize vermeliyiz ve onlara hak ettikleri ilgi ve alakayı safiyetle, samimiyetle gösterebilmeliyiz.
Engelli olmanın utanılacak, sıkılacak, dert edilecek, kahredilecek kayıp ve kusur olmadığını bıkmadan, usanmadan anlatmalıyız.
Şunu da ifade etmeliyim ki, engelli vatandaşlarımızı hatırlamak ve beklentilerini hatırlatmak için sadece 3 Aralık gününü ya da 10-17 Mayıs haftasını beklemek hakkaniyetli ve insaflı bir tutum değildir.
Engelli kardeşlerimizin arzu, istek ve ihtiyaçlarını yılın tamamında gündemin ön sıralarında tutarak yılmadan çare ve çözüm yolları aramalıyız.
Hiçbir ayrıma takılmadan insan olmanın sağladığı tüm imkânlar engelli kardeşlerimize de sunulmalıdır.
Bu da hepimizin hem insani, hem vicdani ödevi, üstelik siyasi görevidir.
Şu güne kadar, engelli kardeşlerimize verilmiş sosyal, siyasal ve ekonomik imkanlar bir lütuf olmayıp engeli bulunan her vatan evladının anasının ak sütü gibi hak ve helalidir.
Engellilik başarı için engel değildir.
Asıl engel, asıl engellilik karamsarlık ve kötümserlikle birlikte engellere boyun eğmektir.
Türkiye, ilk kez, İşitme Engelliler Olimpiyatlarına 18-30 Temmuz 2017 tarihlerinde ev sahipliği yapmıştır.
21 farklı branşta düzenlenen bu uluslararası müsabakaya katılan kardeşlerimiz 17 altın, 7 gümüş, 22 bronz olmak üzere 46 madalya kazanmışlardır.
Bu takdir ve tebrik ettiğimiz bir gelişmedir.
Demek ki, engelli olmak başarıya engel, şampiyon bir ruha mani bir hal değildir.
İşte Ampüte Milli Futbol Takımımızın haklı zaferi gururumuzu okşamış, elbette hepimizi sevince boğmuş, milletimizi mutlu etmişti.
Kendi alanlarında rekorlar kıran kardeşlerimiz engelleri birer birer kaldırarak, bariyerleri teker teker atlayarak isimlerini milli hafızalara yazdırmışlardır.
Paralimpik yüzücümüz Beytullah Eroğlu, Down Sendromlular Avrupa Açık Yüzme Şampiyonu Muhammet Tuğrul Şahin ve İrem Öztekin bunlardan bazılarıdır.
Bu kardeşlerimizle ne kadar övünsek azdır.
Engelli olmayı dışlanmak ve toplumsal ilişkilerden ayrı tutulmak için bir bahane olarak görmek insani olmayacağı gibi, ahlak ve vicdanla da bağdaşmayacaktır.
Ne var ki, bu çerçevedeki sorunları da inkar etmemek lazımdır.
Engelli vatandaşlarımız; sosyal güvenlik, sağlık, eğitim, istihdam, ulaşabilirlik, erişebilirlik, politik haklar, sosyal hayata katılım gibi birçok alanda türlü sıkıntılar içinde ne yazık ki yaşamak zorunda kalmışlardır.
Ayrıca yaşadıkları bu sorunların ailelerini, yakınlarını ve çevrelerini içine alan geniş bir tesir alanına sahip olduğu da bilinmektedir.
Bu sorunların çözümünde devletin, özel teşebbüsün ve sivil toplum kuruluşlarının ortak çaba sarf etmesi, el birliğiyle hareketi bize göre mecburidir.
Üstelik bu alandaki ihmaller serisi insani ve toplumsal maliyetleri de ağırlaştıracaktır.
Engelli vatandaşlarımızın bağımsız, ayakları üstünde durabilen ve mutlu fertler olarak yaşayabilmeleri için yapılması gerekenler daha çoktur.
Unutmayalım ki, engelli olmak bir tercih ya da talep edilen bir durum değildir.
Engelli kardeşlerimize verilen destek ve sunulan katkılar insani ve ahlaki bir sorumluluk olmakla birlikte, aynı zamanda herkesin geleceğini de güvenceye alması demektir.
Bir insanın vicdanı engelli değilse, duygu ve değerleri engellenmemişse mesele yoktur.
Zihin yerine zihniyette engel yoksa ümitsizlik ve yılgınlık doğru olmayacaktır.
Engelli kardeşlerimizin var olan sorunlarını biliyor, hak ettikleri yardım ve desteği daha fazla almaları konusunda tüm gücümüzle mücadele edeceğimizi kararlılıkla ve tekraren ifade ediyorum.
Halen yaklaşık 100 bin engelli öğrencimizin okullarına devlet tarafından taşınması anlamlı bir gelişmedir, ama elinden tutulmayı bekleyen evlatlarımızın sayısı daha fazladır.
Sayıları 500 bini aşan engelli kardeşlerimize evde bakım hizmeti verilmektedir, ancak ulaşılmayı bekleyenlerin, bakım ve desteğe ihtiyaç duyanların bu kadarla sınırlı olmadığı da açıktır.
Özel bakım merkezlerinin artışı, kamuda engelli istihdamının yetersiz de olsa yükseliş göstermesi olumlu gelişmeler arasındadır.
Ancak yapılacak daha çok iş vardır.
Her zaman engelli kardeşlerimizin yanında duracağız.
Çünkü onları çok seviyor ve sahipleniyoruz.
Milliyetçi Hareket Partisi varsa, engel yoktur.
Milliyetçi Hareket Partisi varsa, engel çıkaranlar ayıklanacak, engeller kaldıracaktır.
Milliyetçi Hareket Partisi varsa, huzur vardır, ümit vardır, engelli kardeşlerimize açılmış sıcak ve müşfik gönüller vardır.
Engelliliğin önündeki tüm engelleri kaldırmayı amaçlıyoruz ve bunu inşallah günü geldiğinde başaracağız.
Engelsiz bir hayat için lazım gelen tüm çabayı göstereceğiz, engelli vatandaşlarımızı yürekten kucaklayacağız.
İki gün önce karşıladığımız ‘3 Aralık Dünya Engelliler Günü’ münasebetiyle bütün engelli kardeşlerimize sevgi ve saygılarımı sunuyor, hepsine huzurlu bir hayat geçirmelerini temenni ediyorum.
Cenab-ı Allah onları var etsin diyorum.
Değerli Arkadaşlarım,
Demokrasinin erdem ve emanetlerine sahip çıkmanın ilk şartı, temsil ve katılımın önündeki pürüzleri gidermek, cinsiyetçi bir körlüğe takılmadan herkesin ülke yönetimine katılımını temin etmektir.
Kadınların seçme ve seçilme haklarını elde etmeleri uzun, zorlu ve meşakkatli bir sürecin sonucunda gerçekleşmiştir.
Kadın hakları, insan hak ve hürriyetinin ayrılmaz bir parçasıdır.
Kadın demek insan demektir, insan ise bizim inancımızda eşref-i mahlûkattır.
Kadınlar hayatın içinde aktif ve fedakârca mücadele ederken, demokratik imkân ve fırsatlardan mahrum olmaları elbette akla ziyan bir çarpıklıktır.
Kadının dışlanması insanlığın ötelenmesi, insani mirasın örselenmesidir.
Kadının ikinci plana itilmesi insani değerlerin ayağa düşmesiyle bir ve aynı anlama gelecektir.
Seçim yapan, tercihte bulunan kişi özgür kişidir.
Büyük ilim insanı İbn-i Sina’nın ifadesiyle söyleyecek olursak; “köhne fikirler paslanmış çivilere benzer, söküp atmak çok zordur.”
Kadınların seçim yapmasına karşı çıkmak, demokratik süreçlere dahil olmasına engel çıkarmak köhne ve karanlık bir niyetin tezahürüdür.
Çünkü kadın insandır, insanlık onurunun simgesidir.
Kadınların seçme ve seçilme haklarını elde ederek kullanmaları erkeklere nazaran gecikmeli olmuştur.
Bu eksikliğin, bu kaybın; sosyal, kültürel, siyasal veya bunların haricindeki farklı nedenlere dayandığı açıktır.
Gerçi şu hususu gönül huzuruyla ifade etmek isterim ki, Türk kadınının tarihimizin kahir ekseriyetinde mümeyyiz, müessir ve müstahkem bir konumu olmuştur.
Türk kadını üstlendiği milli ve manevi vazifeleri vecd ile yapmıştır.
Avrupa’nın Ortaçağ tuzağına düştüğünde kadınlar cadı diye katledilirken, Türk-İslam medeniyeti kadını baş tacı, gönül sultanı, ömür umranı olarak görmüş, böyle kabullenmiştir.
İlk Türk devletlerinde kağanın yanında mutlaka eşi de yer almış, alınan kararlarda söz sahibi olmuştur.
Hatta tarihin değişik dönemlerinde hükümdar koltuğunda Türk kadınları oturmuş, devletlerini sevk ve idare etmişlerdir.
Şu da bir gerçektir ki, Türk kadını ihtiyaç olan her durumda varlığını göstermiş, ileri atılmış, kendisini hatırlatmış ve sorumluluktan kaçmamıştır.
Milli Mücadele yıllarında cepheden cepheye koşarak bebekleriyle birlikte vatanın kurtuluş umudunu büyüten, istikbalin kundağını sarıp sarmalayan asil Türk kadınları olmuştur.
Tekerlekleri gıcırdayan kağnılarda bağımsızlık özlemini taşıyan, top mermilerine hayallerini iliştiren, çamurlu, tozlu ve yokuşlu yollara Türklüğün hedeflerini oya gibi işleyen soylu Türk kadınları hiç aklımızdan çıkmamıştır ve çıkmayacaktır.
Türk kadını milli şerefimizin abidesidir.
Türk kadını milli bekamızın beşiğini sallayan güvencedir.
Nitekim Türk kadını yuvasının da, yurdunun da zarafet, zeka ve ziynetle taçlanmış mimarıdır.
Hamd olsun, biz kendimizi biliyoruz.
Biz geçmişimizi şuurla özümsüyor, özümüz görüyoruz.
Çünkü Merhum Cemil Meriç’in dediği gibi, ‘kendini tanımanın marifetlerin marifeti’ olduğuna inanıyoruz.
Allah’a şükür, marifetimiz, insan olmaya haysiyetle bağlılık, insan olana hürmetle mukabeledir.
Tam 83 yıl önce bugün, yani 5 Aralık 1934’de Türk kadını milletvekili seçme ve seçilme hakkını elde etmiştir.
Böylelikle demokrasi kültürümüz daha da derinleşmiş, daha da genişlemiştir.
Hatırlatmak isterim ki, ülkemizde kadınlara ilk kez oy kullanma ve seçilme hakkının temeli 3 Nisan 1930 tarihli Belediye Kanunu ile atılmıştır.
Ardından da 26 Ekim 1933’te Köy Kanunun 20. ve 25.maddelerinde yapılan bir değişiklikle kadınlara muhtar ve ihtiyar heyetleri seçiminde oy kullanma ve seçilme hakkı getirilmiştir.
Bu demokratik kazanımlar şüphesiz en az 5 Aralık 1934 reformu kadar önemli ve değerlidir.
Türk kadını hak ettiği mertebe ve mevkie sonunda gelebilmiştir.
1935 Milletvekili Genel Seçimleriyle, birisi bir yıl sonraki ara seçimde olmak üzere, 18 kadın üye TBMM’deki yerini almıştır.
Dünya’nın birçok ülkesi kadına hak ettiği değer ve payeyi vermezken Türkiye’nin demokrasi, insan hak ve hürriyetleri uyarınca gereğini yapması bize göre övgüye ve takdire fazlasıyla layıktır.
Bilhassa ülke yönetiminde cinsiyet ayrımının rafa kaldırılması eşitlik açısından da muazzam bir kazançtır.
Eğer bugün son yurdumuzda hür ve müstakil bir biçimde nefes alıp verebiliyorsak, bunda tarihe altın harflerle geçmiş ve elleri öpülesi kadınların büyük bir payı bulunmaktadır.
Evinde eş ve anne, işyerinde el emeği ve göz nuru, sosyal hayatta fedakârlık numunesi ve namus nişanesi olan kadınlarımıza çok şey borçlu olduğumuz tartışmasızdır.
Bu itibarla 83 yıl önce kadınlara verilen milletvekili seçme ve seçilme hakkının tarihi ve ahlaki ehemmiyeti çok fazladır.
Çünkü Türk kadını kuruluşta da, kurtuluşta da sürekli ön planda yer almış, bu aziz vatanın yükünü omuzlayanlar arasında sivrilerek hayranlık uyandırmıştır.
Ne üzücüdür ki, bugünlerde siyasetteki temsil oranlarının yeterli olup olmadığı bir yana kadınların her neviden sorunları, karşılaştıkları zulüm ve zorbalıklar korku verici şekilde tırmanmıştır.
Artık kadına şiddet otomatiğe bağlanmış, saldırı ve kaba güç gösterileri iyice kontrolden çıkmıştır.
Psikopatlar, cani ruhlular, eli kanlı canavarlar, gözü dönmüş manyaklar kadın, genç kız ve çocuk demeden katletmektedir.
Şu kahredici tabloya bakınız ki, 2016 yılında 338 kadın şiddetle can vermiştir.
Bu yılın ilk on ayında ise 337 kadın cinayeti işlenmiştir.
Yalnızca 2017 yılının Ekim ayında 40 kadın cinayete kurban gitmiştir.
Eğer kadına şiddet artıyorsa, kadınların hayat ve varlık hakları değişik gaye ve nedenlerle tehdit ediliyorsa, medeni olmaktan, medeniyet seviyesinin yükselişinden nasıl bahsedeceğiz?
Masum bir kadına el kaldırmak, hayatına son vermek elbette barbarlık, elbette alçaklık, elbette katilliktir.
İslam ahlak, merhamet, hoşgörü ve vicdan dinidir.
İslam samimiyettir, fedakârlıktır, insaftır, adalettir.
Şüphesiz Allah nezdinde hak din, son din İslam’dır.
Buna iman ettik, bu inançla maneviyatımızı temellendirdik.
Masum bir cana kıyanın bütün insanları öldürmüş olacağı ilkesine bağlandık.
Kim bir insanı kasten öldürürse, cezasının ebedi cehennem olacağı Yüce Allah’ın açık buyruğudur.
Bunu bildik, buna inandık.
Türk töresinde savunmasız bir insana saldırmak, Türk tarihinde mazlum bir cana kast etmek aşağılık ve affı imkânsız bir suç ve alçalma halidir.
Kadınların katline nereye kadar seyirci kalınacaktır?
Kadınların feryatları ne zamana kadar duyulmayacaktır?
8 Mart 2012 tarihinde TBMM’de bizim de desteğimizle kabul edilip yasalaşan “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine” dair düzenlemenin caydırıcı etkisi anlaşılan yeterli değildir.
Bu sonuçtan muzdarip ve meyus olduğumu sizlerle özellikle paylaşmak istiyorum.
Bahanesi ne olursa olsun kadına şiddet konusu çözülmeden, uzanan eller kırılmadan, daha da önemlisi şiddete müzahir psikolojik ve sosyolojik faktörler köreltilmeden seçme ve seçilme hakkını konuşmanın da tek başına bir anlam ve karşılığı olmayacaktır.
Kadın şiddetine son verilmeden gelişemeyiz, kalkınamayız, adam gibi adam olamayız.
Kadın cinayetleri kesilmeden insanlıktan hiç bahsedemeyiz.
Akan kanı durdurmalı, şiddet ve cinayetlere yol açan sosyal, ekonomik, psikolojik açmazları mutlaka rehabilite ve tedavi etmeliyiz.
Aksi halde, kadına şiddetin dozajındaki artış, Allah muhafaza, toplumsal huzur, asayiş ve dengeyi hepten mahvedecek, geriye sadece yıkım ve harabeden başka bir şey kalmayacaktır.
Türkiye’nin geleceği kadınlarımızın üstleneceği yapıcı role, yapacakları değerli çalışmalara ve eşsiz fedakârlıklara yakından bağlıdır.
Bu itibarla parti olarak her zaman kadınlarımızın yanındayız, her şart altında Türk kadının hak ve hukukunu savunmaya devam edeceğiz.
Siyasetten ticarete, sanattan spora, sosyal hayattan kültürel alanlara kadar kadınların var olan sorunlarının çözülmesi konusunda sorumluluğumuz neyi gerektiriyorsa onu inançla ve sabırla yapacağız.
Türk kadınına seçme ve seçilme hakkının 83.yıldönümünde, aramızda bulunan saygıdeğer hanımefendiler başta olmak üzere, ülkemizin her tarafındaki kadınlarımızı kutluyor, hepsine sağlık, mutluluk ve esenlik içinde geçecek bir ömür diliyorum.
Muhterem Milletvekilleri,
Türk milleti çetin şartları çevik iradesiyle aşmanın gayret ve çabasındadır.
Türkiye’nin pek çok sorunu birikmiştir.
Üzüntümüz, sorunların giderek kökleşmesi, gittikçe kemikleşmesidir.
İç meselelerimizin ağırlığı, siyasetteki gelgitler, ekonomideki risk ve belirsizlikler, güven ve güvence zaafları düne nazaran bugün daha fazladır.
Türkiye hissedilir ölçülerde zaman ve zemin kaybetmektedir.
Bir yanda uluslararası komploların şiddeti, diğer yanda ülke içinde yaşanan kamplaşma ve kısır kavgalar görüş menzilimizi sıfıra indirmektedir.
Bunun yanısıra bölgemiz ateşle çevrilmiştir. Tehlike yüksektir.
Güney sınırlarımız boyunca yuvalanan ihanet mevzi kazanmaktadır. Tehdit azmıştır.
Zalim emeller hain hedeflerine biraz daha yaklaşmaktadır.
ABD’nin YPG’yle olan bağ ve bağlantısı bütün itirazlarımıza rağmen sürmektedir.
Teröristler palazlandırılmakta, cesaretlendirilmekte, silahlandırılmaktadır.
Beşeriyet, sınırlarımızın hemen dibinde en adi, en aşağılık, en pespaye insanlık suçlarına bizzat şahitlik etmektedir.
Verilmiş sözler çiğnenmektedir.
Verilen teminatlar hiçe sayılmaktadır.
Türkiye’nin tarihsel hak ve çıkarlarını perdelemek; beka ve birliğini pençelemek maksadıyla küresel fitne bölgesel taşeronlarıyla birlikte düşmanca oyunlara bel bağlamış durumdadır.
Ülkemiz hedeftedir.
Milletimiz hasım güçlerin saldırısı altındadır.
Astana Süreci ve Soçi ruhu ortada dururken, Rusya, Deyrizor’da YPG’yle birlikte poz vermekte, aynı kalıp ve kareye girmektedir.
Bunda da bir sakınca, ne tuhaftır ki, görmemektedir.
PKK, Almanya’nın Frankfurt şehrindeki bir üniversitede sözde etkinlik düzenleyecek kadar müsamaha görmekte, teröristbaşının resmedildiği paçavralar uluorta asılmaktadır.
Türkiye’nin ekonomik temeline dinamit döşemek için sıraya girenler, eş zamanlı olarak sosyal ve siyasal sistemi terörize etmek, devlet hayatını tıkamak ve dağıtmak için adeta seferber olmuşlardır.
Ekonomik oyun ve operasyonlar devamlı körüklenmektedir.
ABD’de kurulan yanlı, yaftalı ve siyasi mahkemelerde Türkiye yargılanmaktadır.
Buna razı olamayız, buna sessiz kalamayız, kalmayacağız.
Karanlık ve kaçak bir şahıs, hain ve casus bir suçlu, günlerdir kirli ve aynı zamanda kinli itiraflarıyla ülke kamuoyunu meşgul etmektedir.
Türkiye’den nasıl kaçtığı veya nasıl kaçırıldığıyla ilgili spekülasyonlar yapılmaktadır.
Tarihi dâhiler ve kahramanlar kadar alçaklar ve şarlatanlar da yönlendirir sözü bir kez daha anlam ve karşılığını bulmak üzeredir.
Türkiye’yi yere düşürmek amacıyla yerçekimiyle yarışanların ihanet ve ibret verici iffetsizlikleri hepimizin gözü önünde cereyan etmektedir.
Bulaşık suyunu kristal bir vazo içinde saklayan sahtekârlar Türkiye’yi açıktan tehdide yeltenmişlerdir.
Zehri zemzem diye yutturmaya kalkışan dolandırıcı ve dalavereciler Türk milletini küçük düşürmenin, ülkemizin saygınlığını zayıflatmanın hevesine kapılmışlardır.
Önünü göremediğinden düzlükle uçurum arasındaki farkı idrak ve ayırt edemeyen gafillerin neden olduğu sis bulutu ülkemizin üzerine çöreklenmiştir.
Türkiye, soytarıların ithamıyla değerinden bir şey kaybetmeyecektir.
Aziz milletimiz soysuzların çamuruyla duruşundan ve tarihi vakarından asla vazgeçmeyecektir.
Türkiye’yi sanık, şarlatanı tanık yapan; jürisi alık, niyeti tanıdık, iddiaları sarsak olan sözde bir hukuk sitemi her zaman, her daim ayaklarımızın altındadır, sonuna kadar da nefret ve öfkemizin hışmına uğrayacaktır.
Biz demiyoruz ki, ortada suç yoktur.
Biz demiyoruz ki, şarlatan yargılanmasın.
Suç nerede işlenmişse yargı mercii, yargı sahası, hukuki sınırlar orasıdır ve bu da Türkiye Cumhuriyeti’dir.
Uluslararası kumpasın hükmü Türkiye’de geçmeyecektir.
FETÖ’cülerin intikam arayışları duvara çarpacaktır.
Türkiye düşmanlarının hevesleri kursaklarında kalacaktır.
Başka da yol ve çare yoktur.
Çünkü Türkiye’nin ayağına kilit, ali menfaatlerine darbe vurulmak için plan üstüne plan yapılmaktadır.
Bunun karşısında Milliyetçi Hareket Partisi duyarsız, duygusuz, tarafsız kalmayacaktır.
Tarafımız sonsuza kadar Türkiye Cumhuriyeti’dir.
Tarafımız son nefese kadar Türk milletidir.
Zulüm karşısında; ihanet, melanet ve rezaletin kuşattığı bir ortamda tarafsızlık bize göre namussuzluktur.
ABD’de kurulan tezgâhın acentesi, tamamlayıcısı, selam mangası gibi hareket ederek doğruluğu yanlışlığı belli olmayan belgeleri pervasızca sallayanlar, Türkiye’ye karşı yeni bir cephe açmak için kollarını sıvayan namertlerdir.
İç siyasi hesaplarını ülkemizin karışmasına bağlayan, büyük kongreleriyle ilgili tahkimat yapan, dağınıklıklarını iftira siyasetiyle kapatmaya çalışan işgüzar ve işbirlikçilerin gerçek yüzleri ortaya çıkmıştır.
Topluma söyleyecek bir şeyleri olmayan, geleceğe anlatacak bir fikir ve siyasetleri bulunmayan aymazlar kafilesi gerilim ve gerginliği kurtarıcı olarak gören noktaya savrulmuşlardır.
Yazıktır bu ülkeye.
Yazıktır bu vatana.
Yazıktır, günahtır, ayıptır bu millete.
Biz yabancıların elinden su içip çanağından yemlenen çevrelere benzemeyiz.
Bizim siyasetimiz ilkelidir, iradelidir.
Bizim siyasetimiz ahlaklıdır, anılarımız atimizi aydınlatmaktadır.
Bizim siyasetimiz millidir, köksüzlere, kimliksizlere geçit yoktur.
Bizim siyasetimiz yalansız, dolansız ve riyasızdır. Yani düz, dürüst ve dengelidir.
Metanet, hareket, sükûnet, feraset bizimledir.
Atalarımız demiş ki; ilham mümine, vesvese kâfire benzer.
Çok şükür vesveseyle oyalanacak, vehimlere teslim olacak, vahamet senaryolarına ümit bağlayacak karakter bozukluğu, kötürüm bir vicdan Milliyetçi Hareket’te bulunmaz, bulunmamış, bulunmayacaktır.
Öfke, haset, tamah, kötülük er kişinin değil, şer kişinin hasletleri arasındadır.
Bakınız ne diyordu merhum vatan şairimiz Mehmet Akif:
İhtiyar amcanı dinler misin oğlum Nevruz?
Ne büyük söyle, ne çok söyle; yiğit işte gerek.
Lafı bol, karnı geniş soyları taklit etme;
Sözü sağlam, özü sağlam adam ol, ırkına çek.
Çok şükür, çektiğimiz köken belli, geldiğimiz kaynak bellidir.
Ülkemiz belli, tertemiz ülkülerimiz ise belirgin ve bilinmektedir.
Türkiye’nin kaybetmesine oynayan, bunun için çorak toprak üzerinde ot bitirmeye çalışanlar en acı yenilgiyi tadacaklardır.
Bunlara merhamet ise maraz doğuracaktır.
Diyor ki Merhum Peyami Safa; “en çirkin merhamet hedefini şaşırandır.”
Hedeften şaşmak yoktur.
Türkiye düşmanlarına merhamet yoktur.
Kaos ve kriz tacirlerine af yoktur.
Şuuraltı siperlerimizi yağmalamak isteyen ahlaksızlara ise asla müsaade yoktur.
Mücadelesiz ve eziyetsiz bir zaferin değeri olur mu? Elbette olmaz.
Yorgun siyasetleriyle, ülkeyi karanlık çöllerine çekmeye çalışanlara hoşgörü olur mu? Elbette olmaz, olmayacaktır.
Bu ülkede günahkarların bedelini masumlar ödemeyecektir.
Gönülden gönüle açılan pencerelerden dolan millet ışığı yürekleri tutuşturup mumdan kuşatmayı Allah’ın izniyle yakıp geçecektir.
Zafer Türk milletinindir.
Zafer bir ve beraberliğe inanmış milli vicdanındır.
Süfli arzular, nefsani istekler ağır bir taş gibi ayağımıza bağlanıp dibe çekmeye çalışsa da, sonuç alamayacaklardır.
İçlerinde yalan nefreti kopanlar belge de sallasa, ABD’ye el de sallasa, Haçlıların beşiğinde de sallansa, nihai son kendileri adına utanç verici ve nesillerini bile utandıracak bir kokuşmuşluk olacaktır.
Değerli Milletvekilleri,
Fikir kaynaklarımızın zirve isimlerinden merhum hocamız Prof.Dr.Erol Güngör uzlaşmanın önem ve önceliğine vurgu yapan bir değerlendirmesinde aynen şöyle demişti:
“Yeni durumlara intibak edebilecek bir genişliğe ve esnekliğe sahip bulunan sistemlerde görüş ve menfaat ayrılıklarının temel çözümü uzlaşmadır.”
Ayrıca şu tespiti yapmıştı: “Monolotik ve doktiriner sistemlerde ihtilaflardan kurtulmanın tipik şekli bir tarafın diğerini hem şahıs hem de fikir olarak mahkum etmesi veya kökten kaldırmasıdır.”
16 Nisan Halkoylamasıyla birlikte yeni bir hükümet sistemine geçilmiştir.
Bunun öncesinde ise FETÖ hıyanetinin 15 Temmuz işgal teşebbüsü yaşanmış, ayaklanan millet ruhu bu iğrenç istilayı durdurmuştu.
15 Temmuz FETÖ darbe girişimi, bekamızın ne kadar da pamuk ipliğine bağlı olduğunu, nasıl bir hain saldırıya maruz kaldığını gözler önüne sermişti.
16 Nisanla birlikte yeni bir hükümet sistemi milletimizin karar ve onayıyla kurulmuştur.
Hiç kuşku yok ki, bu yeni sistemin yasal ve anayasal sütunlarının sağlamlaştırılması, bu yolla 2019 Cumhurbaşkanı Seçimine gidilmesi adil ve ahlaki bir uzlaşmayla mümkündür.
Biz fikri temellerimizden ilham ve feyzimizi alarak ülkede bir uzlaşma vasatının oluşmasını, olgunlaşmasını ve deyim yerindeyse oğul vermesini arzuluyor, buna göre siyasetimizi şekillendiriyoruz.
Bilindiği üzere 16 Nisan’ı takip eden 6 ay içinde uyum yasalarının çıkması gerekiyordu.
Ancak şu zamana kadar bu hedef gerçekleşmemiştir.
Temennimiz bütçe sürecinden hemen sonra, hatta yeni yılla birlikte uyum yasalarıyla ilgili ihtiyaç ve zaruretlerin karşılanmasıdır.
Biz 16 Nisan şuuruna bağlı kalarak, uyum yasalarının çıkarılması konusunda uzlaşmacı bir siyasi tavır ve tutum izleyerek, üzerimize düşeni harfiyen yapmanın kararındayız.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin siyasi ve hukuki dayanaklarının tam manasıyla tesis edilebilmesi için elimizden gelen çabayı gösterip sorumlu siyaset anlayışımızın gereğini inşallah yapacağız.
Uzlaşmadan kaçmadık, kaçmayacağız.
Merhum hocamız Erol Güngör’ün milliyetçi tespit ve fikri teklifine bağlı kalarak; uzlaşmak, konuşmak, buluşmak ve anlaşmak için çaba harcayacağız.
Yine hocamızdan biliyor ve değerlendirmesine inanıyoruz ki, millet olmanın en bariz vasfı, insanları zaman ve mekan içinde birleştiren ortak noktaların bulunmasıdır.
Bu siyaset için de geçerlidir.
Neticede siyaset sosyal ve toplumsal ilişkilerin bir yansıması, bir türevidir.
Türkiye istikrar ve normalleşmeye kavuşacaktır. Kavuşmak zorundadır.
Türkiye, ümit ve temennimiz odur ki, düzlüğe çıkacaktır.
Birçok bulanık noktanın aydınlanması ve anlaşılması için ortak akıl ve milli şuur bizim pusulamız, güç kaynağımız olacaktır.
Türkiye’de iktidar malum ve meydandadır.
Muhalefet de bellidir.
Siyasi sınır ve sorumluluk alanları sandıkla çizilmiştir.
Son günlerde gerek televizyonlarda, gerek gazete sütunlarında, gerekse de köşe sahibi kalemşörlerce garip ve tahrik edici bir iddia sürekli ısıtılıp ısıtılıp servis edilmektedir.
Partimizle ilgili kurcalama yapan, dedikodu sermayesi üreten çevreler yalanlarına yalan katarak ortalığı karıştırmaya çalışmaktadır.
Neymiş, MHP ne derse o yapılıyormuş.
MHP iktidara yön veriyormuş.
Aslı yok yaylasında bin beş yüz koyundan bahsetmek boş bir hayaldir.
Altını kalın olarak çiziyor ve buradan sesleniyorum:
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin bir kısım milletvekili ve yöneticisi kaygılanmasın, korkuya kapılmasın.
Beyhude yere onun bunun tezvirlerine aldanmasınlar.
Türkiye Cumhuriyeti’ni yöneten Cumhurbaşkanı’dır, Başbakan’dır, Bakanlar Kurulu’dur ve mesai arkadaşlarıdır.
Bunlar da görevlerinin başındadır.
Milliyetçi Hareket Partisi şu an için üstlendiği muhalefet görevini 36 milletvekiliyle en etkili şekilde icranın, milli bekamıza, milli tezlerimize, milli hedeflerimize destek vermek için her mücadele ve fedakârlığı yerine getirmenin amacındadır.
Hükümete desteğimiz terörle mücadelenin başarıya ulaşması içindir.
Hükümete desteğimiz dış politikada elinin zayıf olmaması içindir.
Hükümete desteğimiz küresel ve bölgesel ablukaya karşı milli ruhu sağlam ve diri tutmak, Türkiye’nin köşeye sıkışmasını engellemek içindir.
Hiç kimse merak buyurmasın, Milliyetçi Hareket Partisi yerini de, yurdunu da bilir, bilmeye de devam edecektir.
Zamanı geldiğinde, şartlar olgunlaştığında neyin nasıl olacağını da herkes görecek ve bizzat şahit olacaktır.
Değerli Milletvekilleri,
11 Aralık 2017 pazartesi günü 2018 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Tasarısı ile 2016 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanun Tasarısı Meclis Genel Kurulu’nda görüşülmeye başlanacaktır.
Bu nedenle haftaya ve takip eden birkaç hafta grup toplantımız yapılmayacaktır.
Şimdiden Yeni Yılınızı tebrik ediyorum.
Bu düşüncelerle sözlerime son verirken, siz değerli milletvekili arkadaşlarıma Meclis çalışmalarında ve bütçe sürecinde başarılar diliyorum.
Hepinizi saygılarımla selamlıyor, Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum.