- Haberler
- Gündem
- 'Darbecilerin Bombayla Yapmak İstediğini, Anayasa Komisyonu Parmakla Yapmak İstiyor'
'Darbecilerin Bombayla Yapmak İstediğini, Anayasa Komisyonu Parmakla Yapmak İstiyor'
Ağbaba, 'Halktan alınan yetki bir kişiye teslim edilmek isteniyor.Onun istediği kadar özgürlük, onun istediği kadar demokrasi, onun istediği kadar adalet, onun lütfettiği kadar hak, onun lütfettiği kadar eşitlik olacak, böyle bir anayasa yapmaya hiçbirimi
Ağbaba, “Halktan alınan yetki bir kişiye teslim edilmek isteniyor.Onun istediği kadar özgürlük, onun istediği kadar demokrasi, onun istediği kadar adalet, onun lütfettiği kadar hak, onun lütfettiği kadar eşitlik olacak, böyle bir anayasa yapmaya hiçbirimizin yetkisi yok” dedi. Ağbaba ; “15 Temmuzda darbecilerin silahla, bombayla yapamadıkları Anayasa Komisyonunda, Mecliste parmaklarla yapılmak isteniyor.”ifadelerini kullandı. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkan Yardımcısı ve Malatya Milletvekili Veli Ağbaba, Meclis Anayasa Komisyonunda gündeme damga vuracak bir konuşma yaptı. Ağbaba, “Milletin kayıtsız şartsız egemenliğini koruyacağım diye yemin eden milletvekilleri şimdi bu hakkı bir kişiye teslim etmek istiyor” dedi. Ağbaba’nın konuşma metni aşağıdadır. KURUCU İRADENİN YAPTIĞINI YIKICI İRADE BOZUYOR. BİR ÜLKENİN SAVAŞARAK KURDUĞU REJİM, EL KALDIR İNDİRLE DEĞİŞTİRİLMEK İSTENİYOR Günlerden beri belki Meclisin kurulduğundan bu yana görüşülen en önemli değişikliği görüşüyoruz. Bir Anayasa değişikliğiyle bir ülkenin kanla, savaşla kurduğu bir rejim “el kaldır indir”le değiştirilmeye çalışılıyor. Kurucu iradenin Ulusal Kurtuluş Savaşı sonunda, yani 1919-1923’te saraydan alıp halka, yani millete vermiş olduğu yetkiyi şimdi yıkıcı irade milletten alarak, Meclisten alarak saraya vermeye çalışıyor.Konuşulan, tartışılan şey bir rejim değişikliği. Anayasalar en önemli toplum sözleşmeleridir. Yüzde 80-yüzde 90 bile azdır uzlaşma için. Şimdiye kadar yapılan 1995 ve 2001 Anayasa değişiklikleri tam mutabakatla Mecliste yapıldı. Bir savaş ya da bir darbeden sonra yapılan anayasalar öncekinden kötü olabilir. Halkın oylarıyla seçilmiş milletvekilleri anayasa değişikliği yapacaklarsa değişiklikler eskisinden iyi olmalıdır. HALKTAN “TEK ADAM REJİMİ KURACAĞIZ” DİYE YETKİ ALMADIK. Mecliste oturup, 1995 ve 2001’de olduğu gibi, bütün partileri ikna edip Anayasa daha demokratik, daha özgürlükçü bir hâle getirilebilir. Kişisel hak ve özgürlükleri genişleten, demokrasiyi güçlendiren, insan haklarına daha saygılı, doğayı, çevreyi koruyan, dezavantajlı kim varsa sahip çıkan, pozitif ayrımcılığı doğru tarif eden bir anayasa yapılabilir. Ama siz oturup “Halk bizi seçti. Biz halktan aldığımız yetkiyle halkın bize verdiği yetkiyi birine teslim ediyoruz.” diyorsunuz. Bundan sonra yürütmeyi o yapacak, yasama yerine geçip kararnameler çıkaracak, yargıyı, hâkimleri, savcıları o belirleyecek. Onun istediği kadar özgürlük, onun istediği kadar demokrasi, onun istediği kadar adalet, onun lütfettiği kadar hak, onun lütfettiği kadar eşitlik olacak, böyle bir anayasa yapmaya hiçbirimizin yetkisi yok. 550’miz bir araya gelsek de bunu yapamayız, bunu yapmamalıyız. Çünkü, biz halktan “Tek adam rejimini kuracağız.” diye yetki almadık. ‘MİLLETİN KAYITSIZ ŞARTSIZ EGEMENLİĞİNİ KORUYACAĞIM’ DİYE YEMİN ETTİK Milletvekili yemini burada, “Milletin kayıtsız şartsız egemenliğini koruyacağıma…” diyor, korumuyor. Yoksa birine mi teslim ediyor bir düşünün. Hukukun üstünlüğüne yemin ediyoruz ama hukukun tamamını birine teslim ediyoruz. Burada, söylediğim gibi, Meclis kurulduğundan bu yana yapılmak istenen en önemli değişiklik, âdeta Meclis yok edilmek isteniyor, Meclis intihar ettirilmek isteniyor; daha doğrusu bir benzetme yapmak gerekirse âdeta 1,5 partiden oluşan, 1,5 canlı bomba ile Meclis patlatılmaya, yok edilmeye çalışılıyor. Patlama demişken 15 Temmuz akşamına gidelim. 15 Temmuzda darbe yapmak isteyen demokrasi düşmanları, vatan hainleri önemli bir mesajı vermek için demokrasinin tam kalbine, halk egemenliğinin yansıdığı kuruma bomba attı. O gün 4 siyasi partinin… Halkın ve orduda AKP-FETÖ iş birliğine rağmen orduda kalabilmeyi başarabilmiş rütbeli subaylar sayesinde darbe başarısız oldu, Meclis çalışmalarını sürdürdü. Şimdi, yapılmak istenen şey Meclisi askıya almaktır, Meclisin yani halkın iradesini yok saymaktır. Bakıldığında 15 Temmuzda yapılmak istenen olayla, şimdi yapılmak istenen değişikliklerin birbirine ne kadar paralel olduğunu görüyoruz. İkisinin de amacı Meclisi, demokrasiyi yok etmekti. Üzülerek ifade etmek istiyorum ki 15 Temmuzda darbecilerin silahla, bombayla yapamadıkları Anayasa Komisyonunda, Mecliste parmaklarla yapmak isteniyor. Bakın, birkaç örnek vereceğim. Eğer 15 Temmuz akşamı darbe başarılı olmuş olsaydı, ne olacaktı bir düşünelim. Meclisin bütün yetkileri askıya alınacaktı, yargı bağımsızlığı yok edilecekti, bakanları, milletvekillerini sadece bir kişi atayacaktı, üst düzey bürokratları, rektörleri, genel müdürleri, müsteşarları bir kişi kendi müritleri içinden seçecekti. Şimdi, soruyorum, bugün yapılmak istenenle darbecilerin yapmak istedikleri arasında ne fark var? Darbecilerin silahla, bombayla yapamadığını darbeye direnen Gazi Meclisi Anayasa değişikliğiyle yapmak isteniyor. Bunu bir yasaya, güncel bir yasaya benzetmek istiyorum, teşbihte hata olmaz. Geçtiğimiz günlerde gelen bir yasa vardı, tecavüze uğrayan mağdur tecavüzcüsüyle evlenirse ceza almayacaktı. Bu yasanın da mantıken ondan çok farklı olmadığını düşüyorum. “DİKTATÖRLÜK VARSA KAN VAR, GÖZYAŞI VAR, KATLİAM VAR.” Değerli milletvekilleri, geliştirilmek istenen bu rejim kim seçilirse seçilsin diktatörlüktür. Diktatörlükle, tek adam rejimleriyle yönetilen ülkelerin hiç birinde demokrasi yok, insan hakları yok, kadın-erkek eşitliği yok, hukukun üstünlüğü yok, yargının bağımsızlığı yok. Bakın, hemen yanı başımızda tek adamlıkla, diktatörlükle yönetilen ülkelere bir bakın, Suriye’ye, Mısır’a, Libya’ya, Irak’a bakın. Bunların hiçbirinde huzur yok, refah yok; kan var, gözyaşı var, mezhep savaşları var, etnik kimlik savaşları var. Yanı başımızda yıllardır şahit oluyoruz, insanlar birbirlerini boğazlıyor. Son birkaç yıldan beri Yunanistan’ın nüfusu kadar insan katledildi, öldürüldü. Güçlü parlamenter rejimlerle yönetilen ülkelere bir bakın, onlar da yanı başımızda. Onlar da ne var değerli milletvekilleri? Kadın-erkek eşitliği var, demokrasi var, hukukun üstünlüğü var, insan hakları var, fırsat eşitliği var yani evrensel demokrasinin bütün değerleri var. Hükûmetin rehber edindiği, örnek aldığı, kralı öldüğünde yas ilan ettiği Suudi Arabistan’da hâlâ bugünlerde kadının araba kullanıp kullanmayacağı, şoförlük yapıp yapmayacağı tartışılıyor. SURİYE,IRAK, LİBYA DEĞİLSEK BUNU ATATÜRK’E BORÇLUYUZ Değerli milletvekilleri, bize bırakılan mirasa hep birlikte sahip çıkmalıyız. Bakın, biz hâlâ Suriye değilsek, Irak değilsek, Libya değilsek, Mısır değilsek bunu herkesin bilmesi gerekiyor ki bunu laik, demokratik cumhuriyete borçluyuz. Bunu sizin sürekli eleştirdiğiniz, heykellerini kaldırmaya çalıştığınız, bu cumhuriyetin kurucusu, bu toprakların yetiştirmiş olduğu en büyük devrimci Mustafa Kemal Atatürk’e borçluyuz. Bu değerlere huzurumuz için, iç barışımız için, geleceğimiz için sahip çıkmalıyız. Hâlâ her şeye rağmen bu ülkede Suriye’deki gibi insanlar kesilmiyorsa, yakılmıyorsa, ciğerleri sökülüp yenilmiyorsa 13-14 yaşlarındaki kızlar köle pazarında satılmıyorsa bunu bugün yok etmek istediğiniz değerlere yani laik, demokratik cumhuriyete borçluyuz. Değerli milletvekilleri, biz, bu rejim değişikliğini seçilecek insanlar üzerinden, isimler üzerinden asla tartışmıyoruz, “Burada kim seçilirse seçilsin aynı sonucu doğurur.” diyoruz. Bu tür rejimlerle yönetilen ülkelere baktığımızda demokrasi liginde en altta olduğunu görüyoruz, basın özgürlüğü en altta, insan hakları en altta, kadın-erkek eşitliği en altta. “SURİYE BATAKLIĞINA SAPLANDIK” Değerli milletvekilleri, yaşadığımız olaylardan ders çıkarmalıyız. Bakın, izlenen Suriye politikası bizi nereye getirdi? Mezhepçi rüyalarla, neoosmanlı hayalleriyle girdiğimiz Suriye’de bataklığa saplandık. Üç saatte Şam’a varacaktık, bir gece ansızın 82 Şam, 83 Halep olacaktı ama Kilis bombalandı, Türkiye neredeyse Suriye’ye benzemeye başladı. Eskiden Bağdat’ta, Kâbil’de, pazar yerlerinde patlayan bombalarla ölen insanlara hep birlikte kahrolurduk. Şimdi, tüm Türkiye Bağdat’taki pazar yerine çevrildi. Eğer 2011’den başlayarak güçten sarhoş olunmasaydı, “Her şeyi ben bilirim.” denmeseydi, bunları Türkiye yaşamazdı. Eğer Meclisteki ana muhalefet partisi birazcık dikkate alınsaydı Türkiye canlı bombaların cirit attığı, özgürce dolaştığı, Türkiye’nin kalbine bomba attığı bir ülke hâline asla gelmezdi. 15 TEMMUZUN MERMİSİ 12 EYLÜL 2010’DA SİLAHA SÜRÜLDÜ. Türkiye, özellikle son dönemde tam bir fiilî başkanlıkla yönetiliyor. Siz, başkanlığı her derde çare, her türlü sorunun çözümü olarak sunuyorsunuz, anlatmaya çalışıyorsunuz. Bakın, son iki buçuk yıldan beri Türkiye fiilî olarak başkanlıkla yönetiliyor. Türkiye’de sorarım size değerli milletvekilleri, terör mü bitti, ekonomi mi büyüdü, eğitimde başarı mı arttı, demokrasi mi gelişti? Bunların hiçbiri olmadı değerli milletvekilleri, olmadığı gibi belki tarihimizde yaşamadığımız kadar terörü son iki buçuk yılda yaşadık. Her gün canlı bombalar patlıyor, âdeta bir Orta Doğu ülkesinde farkımız kalmadı. Bu dönemde hiç tanımadığımız terör örgütleriyle tanıştık. 2011’de IŞİD yoktu, şimdi tam bir canavar. 2011’de El Nusra bu kadar güçlü değildi, “Siz iyi çocuklar.” diyordunuz, terör örgütü demiyordunuz, bugün çok güçlü bir şekilde Orta Doğu’da kan gövdeyi götürüyor. Ha, bir şeyi daha unuttum, aklıma gelmişken söyleyeyim. O zaman FETÖ’de yoktu, o zaman FETÖ’yle kol kola, el ele, omuz omuza yürüyordunuz, şimdi FETÖ denen bir terör örgütü var artık karşımızda. Bunların hepsi öngörüsüz politikaların ve parlamenter sistemin zayıflığından kaynaklandı. Hatırlayın, değerli arkadaşlar, 2010 12 Eylülünde referandumda aynı şeyler yaşandı. Her türlü devlet olanaklarını kullanarak, her türlü medya olanağını kullanarak, her türlü tedbirleri yaparak 12 Eylül 2010’da bir referandum getirildi. Ne dendi o 2010 referandumda? “Askerî vesayetle mücadele ediyoruz, darbecilerle mücadele ediyoruz, 12 Eylülle mücadele ediyoruz.” denildi. Bir taraftan o dönemki Başbakan, Erdal Eren’in ismini vererek ağladı, gözyaşı döktü, bir taraftan Mustafa Pehlivanoğlu’nun ismini vererek gözyaşı döktü. Bakın, hatırlayın, o zaman 2 cephe vardı, 1 “evet” cephesi, 1 “hayır” cephesi vardı. Övünerek söylemek isterim ki bu Parlamentoda bütün siyasi partilerin içerisinde, net olarak tutum alan “hayır” cephesinde partinin üyesiydim, o dönem Malatya İl Başkanıydım. “hayır” cephesinde MHP vardı ama… kampanya yapmadı. Hatırlayın, “Evet.” cephesinde kimler vardı arkadaşlar? Şu anda HDP’nin bir bölüm bileşenlerinden bir kısmı vardı, bir en önemli aktör AKP’ydi, onun genel başkanıydı, bir önemli aktör daha vardı ki ona 12 Eylül 2010 akşamı AKP’nin balkonundan Hoca Efendi Hazretlerine, okyanus ötesine samimiyetlerinizi, teşekkürlerinizi bildiriyordunuz. Ne diyordu Hoca Efendi Hazretleri? Tırnak içerisinde söylüyorum, ben demiyorum, ne diyordu: “Ölülerinize kaldırın mezardan, oy kullansın.” diyordu, siz ne diyordunuz? “Türkiye askerî vesayetten kurtulacak, darbelerle hesaplaşacak.” diyordunuz. Sonuç ne oldu değerli arkadaşlar? Sonuç tam bir fiyasko. “evet”i büyük bir kararlılıkla savundunuz. Ve bu değişiklik 15 Temmuz darbesinin önünü açtı. 12 Eylül 2010 akşamı, Meclise bomba atan uçağa bomba konuldu aslında. O 12 Eylül 2010 akşamı Boğaziçi Köprüsü’nde sivil yurttaşları alçakça katleden silahlara mermi o akşam sürüldü. Ancak hâlâ ders alındı mı? Maalesef, üzülerek söylemek isterim ki ders alınmadı. 15 Temmuz darbe girişimi laikliğin yok edilmesinden, parlamenter sistemin zayıflatılmasından dolayı gerçekleşti. “DARBELERİN İLACI DAHA FAZLA DEMOKRASİDİR” Değerli milletvekilleri, darbelerin ilacı daha fazla demokrasidir. Darbelerin çaresi, güçlü parlamenter demokrasidir, güçler ayrılığıdır, yargının tam bağımsızlığıdır. Gelişmiş hiçbir ülkede darbe riski yoktur, kimsenin aklına darbe olacağı gelmez. Bizler geçmişte yaşadığımız şeylerden ders çıkarmalıyız. Yaşadığımız olayların nedeni laik, demokratik değerlerin yani kuruluş değerlerimizin yok edilmesidir. Parlamenter demokrasimizi güçlendirmeliyiz, yargı bağımsızlığını sağlamalıyız. Değerli milletvekilleri, sözlerime son verirken, hepimiz bilmeliyiz ki her çoğunluğun dediği, her çoğunluğun söylemiş olduğu sözler doğru değildir; bunu yüzlerce yıldan beri tarih bize gösterdi. Eğer her çoğunluğun söylemiş olduğu şey doğru olsaydı Sokrates asılmazdı, Hallacı Mansur ipe gerilmezdi, Galileo öldürülmezdi. Her çoğunluğun söylemiş olduğu şey doğru olsaydı 12 Eylül 1980 Anayasası, yüzde 93’le kabul edilen Anayasayı bugün 1 kişi savunabilirdi. Her çoğunluğun dediği doğru olsaydı 12 Eylül 2010’da yapılan değişikliklerin doğru olduğuna dair bugün kimse arkasında duramıyor. “TÜRKİYE 1’DEN BÜYÜKTÜR.” Değerli milletvekilleri, bu anayasa değişikliğinin herkesin vicdanıyla geçmeyeceğine inanıyorum. Bakın, biraz önce bir konuşmacı Türkmenbaşı’ndan örnek verdi. Yaşanmış bir hikâyeyi anlatarak sözüme son veriyorum. Türkiye’deki bir işadamımın yapmış olduğu fabrika, fabrikanın açılışı, yüzde 51’i Malatyalı bir işadamına ait Fransız ortağıyla. Konuşma yapıyor Türkmenbaşı, diyor ki: “Bu fabrikanın yüzde 51’i Fransız şirketiyle bir Malatyalı işadamımın, kalan yüzde 49’unun bir kısmını kendim alıyorum, bir kısmını Eğitim Bakanlığına veriyorum” diye ilan ediyor ve konuşmasının sonunda Türkmenbaşı diyor ki “Tarım Bakanı, sen çok hırsızlık yaptın; seni de görevden alıyorum, bilmem hangi şehirde tarlada çalışmak üzere seni gönderiyorum.” Biraz önce örnekler verildi, Türkmenistan’da ayların isimleri Türkmenbaşı’nın kendi ailesinin isimlerine göre verildi. Bunlar bizim ülkemize uzak mı? Bizim ülkemize hiç uzak değil. Türkiye’nin 1’den büyük olduğunu unutmamanızı diliyorum. Bir de bir şey daha söylüyorum, bakın değerli arkadaşlar, AKP’li milletvekilleri bilir, ben 24’üncü Dönem’de görev yaptım. 2011 ile 2014 arasında bıyıklı milletvekili oranına bakın şimdiki bıyıklı milletvekili oranına bakın ne demek istediğimizi anlayacaksınız. Teşekkür ederim.