Bahçeli: 'Yeni Bir siyasi Çalışmayla Sahadayız'

Milliyetçi Hareket Partisi Lideri Devlet Bahçeli, MHP grup toplantısında önemli açıklamalarda bulundu.

Youtube Kanalı
Youtube Kanalı
Abone Ol
Bahçeli: 'Yeni Bir siyasi Çalışmayla Sahadayız'

Bu haftaki Meclis Grup Toplantımızın başında hepinizi saygı ve sevgilerimle selamlıyorum.

Ayrıca yurtiçinde ve yurtdışında toplantımızı takip eden aziz vatandaşlarımızı, gönül ve kültür coğrafyalarımızda yaşayan muhterem kardeşlerimizi de yürekten selamlıyor, şükranlarımı sunuyorum.

Geçen hafta Cumhuriyeti’mizin ilanının 98’inci yıl dönümünü bahtiyar bir vicdanla andık, iftiharla kutladık.

Aziz Atatürk’ün “en büyük eserim” dediği Türkiye Cumhuriyeti daha güçlü, daha gelişmiş, daha serpilmiş vaziyette tarihi yolculuğuna devam etmektedir.

Cumhuriyet üçüncü evresine Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle geçerek büyük bir atılım içine girmiştir.

Yürüyüşümüzü zaafa uğratan paslı zincirler sökülüp atılmıştır.

Cumhurla Cumhuriyet istiklal ve istikbal hedeflerine tam bir kucaklaşma halinde kilitlenmiştir.

Cumhuriyet’in fazileti Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin muvaffakiyetiyle kenetlenmiştir.

Büyük düşünür Farabi’ye göre, insanların saadete erişmek amacıyla bir araya geldikleri, dayanışma ve yardımlaşma içinde bulundukları şehir “fazıl bir şehir”dir.

Zaten saadete erişmek maksadıyla kurulan her topluluk da fazıl bir topluluktur.

Türkiye Cumhuriyeti fazıl bir yönetim sistemiyle huzur, refah ve demokratik istikrar içinde geleceğe yürüyüş halindedir.

Elbette gözlerine kara perde inen siyasi ucubelerin bu gerçeği bırakınız anlatmasını, algılayıp anlaması bile hayal mahsulü bir beklentidir.

Artık Cumhuriyet’in 100’üncü yıl dönümü için geri sayım başlamıştır.

2023 yılında Cumhurbaşkanı ve Milletvekili Genel Seçimi’yle birlikte Cumhuriyet’in 100’üncü onur yılına ulaşılmış olacaktır.

Bu amaçla Milliyetçi Hareket Partisi bütün imkanlarını seferber ederek Anadolu’yu karış karış dolaşmanın, vatandaşlarımızla kademe kademe buluşmanın çabasındadır.

81 ilimizin tamamını kuşatan, 4 Eylül 2021 tarihinde Afyonkarahisar’da başlayıp Ankara’da noktalanan 9 ayrı bölge istişare toplantımızdan sonra, şimdi de yeni bir siyasi çalışmayla sahadayız, insanımızla biraradayız.

Bu kapsamda siz değerli milletvekili arkadaşlarıma ilave olarak MYK-MDK üyelerimizin de iştirakiyle teşekkül eden muteber heyetler vasıtasıyla ülkemizin dört bir yanında vatandaşlarımızla birebire temas ve diyalog kurulmaya başlanmıştır.

Halkımızla özlem gideriyoruz, onları dinliyoruz, gelecek hedeflerimizi paylaşıyoruz, politikalarımızı anlatıyoruz, kafalarda biriken soru işaretlerine cevaplar vermeye çalışıyoruz.

Türkiye’nin her köşesindeki kanaat önderlerine, sivil toplum kuruluşlarına, muhtarlarımıza, esnaflarımıza, iş adamlarımıza, çiftçilerimize elimizi uzatıp gönlümüzü açıyoruz.

“Adım Adım 2023: İl İl Anadolu”  temasıyla herkese ulaşacağız, her kapıyı çalacağız, ayak basmadık yer bırakmayacağız.

Çarşıda, pazarda, bağda, bostanda, camide, cemevinde, dilde, dilekte, duada, Türkiye’nin geleceğinde birlikte olmak, birliğimizi güçlendirmek maksadıyla 2023’e kadar hiç durmayacağız.

2023 yılının Haziran ayında yapılacak seçimler konusunda milletimizle dertleşeceğiz, sertleşen kuşatmayı beraberce yarmak için el birliği, emel birliği, inanç birliği yapacağız.

Bir başka çalışmamız da bugünden itibaren şudur: Tarihine sırt çevirmiş, kökünden uzaklaşmış, işgal edilmiş Cumhuriyet Halk Partisi’nin gerçek yüzünü her zeminde, her yöremizde anlatacağız.

Bilhassa 24 Haziran seçimlerinde CHP’nin en fazla oy aldığı 131 seçim bölgesinde; HDP’yle ittifakını, terörle mücadeleye karşı gelişini, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’le bağını koparışını tek tek milletimizle, CHP’ye oy veren milli insanlarımızla paylaşacağız.

Atatürk sevdalısı kardeşlerimizi birer birer uyaracağız, CHP’nin neye dönüştüğünü, şu anda nasıl bir hüviyete büründüğünü, kimlere hizmet ettiğini, kaynağından nasıl koptuğunu halka hizmet Hakk’a hizmet şiarıyla izah edeceğiz, takdiri millete bırakacağız.

Bugünden itibaren yeni görevlendirmeleri yapıyorum, CHP’nin gizli gündemini, ağır kusurlu siyasetini halkımıza doğrudan aktarmak ve ifşa etmek amacıyla arkadaşlarımızı Anadolu’ya gönderiyorum.

Cumhuriyet’in 100’üncü yıl dönümünü tesadüflere bırakamayız.

Azgınlaşan tehditlere dudak bükemeyiz.

Kabaran tehlikeleri alttan alamayız.

Yerimizde sayamayız, bu nedenle erkenden yol almalıyız.

İnanıyorum ki, Trakya’dan itibaren yaktığımız mücadele ve demokrasi meşalesi adım adım Anadolu’nun her tarafını aydınlatacak, millete güven, Türkiye muhaliflerine korku salacaktır.

Vatandaşlarımızla konuşacağız, mutlaka anlaşacağız.

Her insanımıza dokunacağız, onlarla kesinlikle uzlaşacağız.

Cumhur İttifakı olarak Cumhuriyet’e sahip çıkacağız.

Geleceğimize sahip çıkacağız.

Milli bekamıza sahip çıkacağız.

Adım adım 2023’e vasıl olacağız.

Nerede bir vatan evladı varsa onunla kucaklaşacağız.

Edirne’den Diyarbakır’a; İzmir’den Hakkari’ye; Mersin’den Rize’ye; Tunceli’den Balıkesir’e, Erzurum’dan Çanakkale’ye; Bingöl’den Sinop’a ülkülerimizi taşıyacağız, hedeflerimizi anlatacağız, umutları dirilteceğiz, her yerde olacağız, her yürekte bulunacağız, Allah’ın izniyle başaracağız, 2023’te bir Türk mucizesine, bir millet yükselişine Cumhur İttifakı olarak imza atacağız.

Milliyetçi Hareket Partisi nerede diye soranlara diyorum ki, görmesini bilenler için her taraftayız, Anadolu’nun yollarındayız, tarlaya kazınmış izdeyiz, nasırlı ellerdeyiz, solgun yüzlerdeyiz, harman yerlerindeyiz, işleyen tezgâhlardayız, verilen emeklerdeyiz, dökülen alın terlerindeyiz, akan göz nurundayız, kısacası Türk milletinin ta kendisiyiz, Türkiye’nin şah damarıyız.

Şehit kanlarıyla sınırları çizilmiş aziz vatanın nurlu ufkunda parlayan hilal aydınlığıyız.

2023’te Lider Ülke Türkiye hedefini gerçekleştirecek olan Türkiye sevdalılarıyız.

Cumhur İttifakı aşkla, adanmışlıkla, coşkuyla, şevkle, heyecanla mücadelesini sürdürüyor, buna da devam edecektir.

Fitne bariyerleri dikseler de, yıkıp geçeceğiz.

Mütecaviz engeller çıkarsalar da, aşıp gideceğiz.

Müstevlilerle kolkola girip karşımıza çıkan olsa da, alayını ezip işimize bakacağız.

Oyalanacak vaktimiz yoktur.

Boş bahanelere sığınmaya hakkımız yoktur.

Tekerimize çomak sokturmaya eyvallahımız yoktur.

Nitekim bizi durdurmaya güçleri yetmeyecek.

Çünkü Türk milleti yayından çıkan ok gibi geleceğe koşmaktadır.

Önümüzü kesemeyecekler, ölümü gösterip sıtmaya razı edemeyecekler.

Cumhuriyet’in 100’üncü yıl dönümü cumhurun zaferi, milletin zaferi, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin zaferi, milli onurun zaferini tescil ve tevzi edecektir.

Biz buna hazırız, bunun için de inançla, engin bir sağduyuyla geceyi gündüze katıp Türk milletiyle bütünleşeceğiz.

İçinden geçtiğimiz çağda söz sahibi olmanın yolu, güçlü bir milli kimliğe ve özgüvene sahip bir millet olmaktan geçmektedir.

Türk milletinin ve bütün insanlığın barış ve mutluluk içinde insanca yaşayacağı bir dünya ideali, Türkiye merkezli yeni bir medeniyet projesinin hayata geçirilmesiyle mümkündür.

Türkiye Cumhuriyeti’ni geleceğe taşımak, yeni nesilleri Türk-İslam kültürüyle, vatan sevgisiyle yetiştirmek, milletimizin refah ve mutluluğunu her zaman en üst seviyede tutmak ihmal edemeyeceğimiz bir gayedir.

Parti olarak, Türkiye merkezli yeni bir medeniyet ve yeni bir dünya tesis etme anlayışını kendimize siyasi misyon olarak belirledik.

Bu misyon, Türkiye’yi lider ülke konumuna taşıyacak, bütün mazlum milletlerin de hür ve onurlu bir şekilde yaşamasına ilham olacaktır.

Bunu başarmanın yolu Türkiye’nin, zilletin dayatmalarından ve kronikleşmiş ayak bağlarından öncelikle kurtulmasıdır.

Milli ve tarihi değerleriyle barışık,

Sorun çözme kabiliyeti olan etkin bir devlet düzeni kurmuş,

Ülkenin kaynaklarını seferber edecek milli bir ekonomi modeli uygulamaya koymuş,

Ve küresel sistemde saygın konuma gelmiş güçlü bir Türkiye; 21’inci yüzyılda dünya siyasetinde ve ekonomik hayatında söz sahibi olacaktır.

Bize göre, bu topraklara vatanım, bu insanlara milletim, bu bayrak, bu ülke benim, ben Türk milletine mensubum diyen herkesle kucaklaşmak, Cumhuriyetimizin devamının gereği, üç kıt’ayı asırlarca yönetmiş aziz ceddimizin manevi mirasıdır.

Büyük Atatürk’ün “Ne mutlu Türküm diyene” sözünde anlamını bulan millet gerçeği, Türkiye’mizin bağımsız, güçlü ve demokratik bir ülke olarak ilelebet var olmasının da sosyal ve kültürel temeli ve olmazsa olmaz kilit taşıdır.

Ecdadımızın duaları,

Şehitlerimizin ruhları,

Şehit analarının gözyaşları,

Yetimlerin yürek yaraları,

Nesillerin gelecek ümitleri,

Bizimledir, bizim yanımızdadır, şerefimize emanettir.

 

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Yerkürenin en önemli sorunlarından birisi teknolojik sıçramadaki göz kamaştırıcı ivmenin aynı oranda insani ve ekolojik gelişmeye yansımamasıdır.

Bu temel ve iç karartıcı sorun beşeriyetin ortak açmazıdır.

Uygarlık merdivenlerinden çıkıldıkça tam tersi istikamette çevreye duyarlılık, insana saygı, adalet ve hakkaniyete duyulan hassasiyet maalesef hızla iniş halindedir.

Sömürgeciliğin yol açtığı tahribatlar, daha fazla kazanma, daha çok zenginleşme arayışları vahşi rekabetlere kapı aralayarak dünyanın ekolojik çehresini tanınmaz hale getirmiştir.

Zulüm, baskı, sömürü, tahakküm, hegemonya mücadeleleri aynı zamanda doğayı da zehirlemiştir.

Sözde gelişmiş ülkelerin doymaz kursakları, dinmez hırsları insanlığı uçurumun dibine kadar savurmuştur.

Dünyada sera gazı emisyonunun yayılmasında başı çeken ülkelerin küresel ısınmadaki payları ileri düzeylerdedir.

Çevre kirliliğinin, doğa katliamının bir numaralı failleri demokrasi, özgürlük ve insan hakları konularında mangalda kül bırakmayan ülkelerden başkası değildir.

Bu çerçevede ortaya çıkan zararların kapsamı bugün çok tehlikeli boyutlardadır.

Açlık, yoksulluk ve sefaletten ayrı olmayan ekolojik yıkım insanlığı geri dönüşü olmayan bir eşiğe sürüklemektedir.

Bir yanda küresel sıcaklık artarken, diğer yanda buzullar erimekte, çöller genişlemektedir.

Bir yanda tropikal bölgelerdeki ekolojik ve biyolojik çeşitlilik kaybolurken, diğer yanda mercan yatakları kuruyup denizler kirlenmektedir.

Nehir sularının azalmasına eşlik eden sağlığa uygun içme ve kullanma suyundaki azalmalar bozulan insan-doğa-çevre dengesiyle birlikte daha da vahim bir noktaya gerilemektedir.

Ormanların yanması, buzulların erimesi, denizlerin ısınması, iklim değişiklikleri, erozyonların yaygınlaşması, su baskınları, çamur taşıyan seller, asit yağmurları, balık türlerinin yok olması, çevre kirliliği dünyanın doğal ve tarihi dokusunu mahvetmektedir.

Bizim bir vatanımız, bir de dünyamız vardır.

Birisi olmadan diğerinin varlığı elbette anlamsızdır.

Hem vatanımızı hem de içinde yaşadığımız gezegenimizi düşünmek, sorunlarını dert etmek, payımıza düşen sorumlulukları yerine getirmek durumundayız.

Çünkü bizim milliyetçiliğimiz ekolojik dengenin sürdürülebilirliğine saygıyı gerektirir.

Çünkü bizim milliyetçiliğimiz çevre duyarlılığıyla eş anlamlıdır.

Bir defa şu hususun altı kalın bir şekilde çizilmelidir:

İnsanlık küresel ısınmanın ağır problemleriyle muhataptır.

Türkiye’miz bundan bağımsız değildir.

Bugünümüzü düşünürken gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya mirası bırakmak hepimizin, tüm insanlığın ahlaki ve vicdani görevi olmalıdır.

Dünyanın sıcaklığı sistematik bir şekilde artış halindedir.

Güney Kutbu’nda bugüne kadar görülmemiş büyüklükte buzul parçaları koparak ana kütleden ayrılmaktadır.

Küresel ısınma denilen süreç, sera gazlarının atmosferde yoğun olarak artması sonucunda, yeryüzüne yakın atmosfer tabakaları ile yeryüzü sıcaklığının yükselişidir.

Küresel ısınmadan kaynaklı iklim değişikliği sonucunda milyarlarca insan sel, kasırga, kuraklık, susuzluk ve salgın hastalıklarla karşı karşıyadır.

Böyle giderse 2025 yılından itibaren 3 milyardan fazla insanın su kıtlığı yaşayacağı tahmin edilmektedir.

Yükselen deniz seviyeleri pek çok adayı yutma riski taşımaktadır.

Büyüklüğü 4,2 milyon kilometrekare olan Amazon’un bugüne kadar neredeyse yüzde 25’i yok olmuştur.

Kavurucu sıcaklar ve kuraklık tarımsal ürünlerin çeşidiyle birlikte miktarının da azalmasına yol açarak küresel açlık ve yoksulluk sorununu derinleştirecektir.

Önümüzdeki yıllarda su kaynakları, temel gıda maddeleri üzerinden küresel cepheleşme ve hatta sıcak çatışma ihtimali oldukça fazladır.

Yine yapılan tahminlere göre, denizlerin yükselmesinden kıyı kesimleri ciddi ölçülerde etkilenecek, deltalardaki tarım alanları, plajlar ve yat limanları belki de kullanılamaz hale gelecektir.

Türkiye’nin 27 ilinin deniz kıyısında olduğu düşünülürse, kıyı yapıları, balıkçılık, turizm gibi ekonomik ve ticari ilişkiler gelecekte öngörülemez zararlar görebilecektir.

Allah’ın verdiği nimetlerin doğru ve dengeli kullanılmamasından dolayı insanlık vahim felaketlerle yüz yüzedir.

Ülkemiz küresel ısınmanın, bununla mündemiç iklim değişikliğinin kuşku yok ki endişe verici sonuçlarına maruzdur.

İklim krizinin tesirlerini en aza çekmek için fosil yakıt kullanımını azaltmak, bunu ikame için yenilebilir enerji kaynaklarını yaygın ve yoğun olarak gündeme almak mecburiyetindeyiz.

Rüzgâr ve güneşi merkeze alan bir enerji dönüşümü, teknoloji içeriği yüksek bir sanayi gelişimini de beraberinde getirecektir.

Ayrıca güneş ve rüzgârdan elektrik üretim kapasitesinin artması sanayi üretimindeki değer zincirini önemli oranda büyütecektir.

Türkiye bu alanlarda zengindir, doğru planlama, doğru strateji ve doğru yatırımlarla mesela enerjideki dışa bağımlılığımız zayıflayacak, milli gelirimiz ilerleyen dönemlerde yükseldikçe yükselecektir.

Artık çevreyle dost ve barışık bir gelecek planlaması sadece Türkiye için değil, bütün ülkeler, bütün toplum ve milletler için hayati bir zorunluluktur.

Paris Anlaşması, iklim değişikliği konusunda yasal olarak bağlayıcı nitelikte uluslararası bir anlaşmadır.

12 Aralık 2015’te 196 ülke tarafından kabul edilmiş, Türkiye’de bu anlaşmaya 22 Nisan 2016’da imza atmıştır.

Müteakiben mezkur anlaşma, geçtiğimiz ay TBMM’de onay süreci tamamlanarak yürürlüğe girmiştir.

Paris İklim Anlaşması sera gazı salınımın azaltılmasını, küresel sıcaklık artışını da yüzde 2’yle sınırlandırmayı, eğer mümkünse yüzde 1,5 derecenin altında tutmayı amaçlamaktadır.

İşte böyle bir tablo karşısında Roma’da, “İnsanlar, gezegen ve refah” sloganıyla 30-31 Ekim’de toplanan 16’ıncı G-20 Zirvesi’nde; salgın, ekonomik krizden çıkış ve iklim değişikliği masaya yatırılmıştır.

Hemen akabinde, 1 Kasım-12 Kasım tarihleri arasında İskoçya’nın Glasgow kentinde düzenlenecek “Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 26’ıncı Taraflar Konferansı” önemli bir küresel zirve olarak kayıtlara geçecektir.

Sayın Cumhurbaşkanımız özellikle Roma’da muhatap devlet veya hükümet başkanlarıyla verimli, yararlı ve art niyetlileri sukutu hayale uğratacak temaslar kurmuştur.

ABD Başkanı Biden ile 1 saat 10 dakikalık görüşmesi, bu görüşmede iki ülke ilişkilerini güçlendirmek ve geliştirmek için ortak mekanizma oluşturulması konusunda mutabık kalınması, NATO ve stratejik ortaklığa vurgu yapılması bize göre değerlidir.

Bundan sonra kimin samimi kimin maskeli olduğu daha da gün yüzüne çıkacaktır.

Türkiye ile ABD arasındaki köprülerin atılması iki ülkenin aleyhinedir.

Ortak akılla, dahası karşılıklı çıkarlara ve egemenlik haklarına saygıyla kökleşmiş sorunların çözümü mümkündür.

Müttefiklik yalnızca lafta kalacak, yalnızca zirve toplantılarında hatırlanacak bir ilişkiler mecmuu değildir.

En azından bizim bakış açımız bu değildir.

İki ülke arasında siyasi, ekonomik ve ticari diyalogların artırılması, sevsek de sevmesek de herkesin çıkarına uygundur.

Türkiye dostluğuyla aranan, duruşuyla anıtlaşan bir ülkedir.

Uluslararası alanda edineceğimiz mevkii, elimizdeki stratejik, jeopolitik, beşeri, ekonomik, kültürel, tarihi ve askeri milli imkânları kullanabilme kabiliyetimizle sınırlıdır.

Gücümüz bu mevcudiyeti harekete geçirebildiğimiz kadardır.

Bu imkân ve yetenekleri konjonktürün verdiği fırsatlar içinde değerlendiremeyen ülkelerin sahip oldukları potansiyelleri yalnız başına bir anlam taşımayacaktır.

Dinamik ve devam eden süreçlerden oluşan uluslararası ilişkiler ağı, gücünü harekete geçiremeyen ülkelerin atalete sürüklenmesini kaçınılmaz hale getirmektedir.

Bu nedenle, küresel boyutta müdahalelere ve aktörlüğe heveslenen ülkelerin yalnızca niyetleri yeterli değildir, imkânlarının elverişli ve uyumlu olması da uluslararası ilişkiler mekaniğinin sarih bir gerçeğidir.

Tarih, yanlış hevesler ve dürtülerle, milli imkânlarını küresel kargaşada heba etmiş, itibar kaybetmiş ülkelerin beyhude hamleleriyle doludur.

Bu itibarla dünya çapında kurulan ilişkilerin gerçek güçle orantılı olacak şekilde muadiliyet, denge, istikrar, hakkaniyet, mütekabiliyet, saygı ve işbirliği üzerine bina edilmesi esas olmalıdır.

Bunlar yapılırken de en önemli husus, diplomasinin ve uluslararası ilişkilerin ciddiyet taşıdığının bilinmesi, bir milletin şeref ve haysiyetinin temsil edildiğinin şuurunda olunmasıdır.

Çok şükür Türkiye uluslararası zirve toplantılarında, ikili ya da çoklu görüşmelerde şerefle ve şuurla temsil edilmekte, milli haklarımızdan, milli kararlılığımızdan en küçük taviz verilmemektedir.

Milliyetçi Hareket Partisi, önce ülkem ve milletim, sonra partim ve ben anlayışıyla, bu gelişmelerden memnuniyet duymaktadır.

Ülkemizdeki yabancı hayranlarının içi kan ağlasa da, sırtını taşeron arayan dış güçlere yaslamak için ortam kollayan zavallıların yüzleri asılsa da her şey ortadadır. Zira Güneşi balçıkla sıvamak akıl karı değildir.

Türkiye’yi küçük görenlerin, küçümseme yanlışına düşenlerin, bizden bir şey olmaz diyenlerin ya kanında bir bozukluk ya da karakterinde bir bodurluk vardır, bizim nazarımızda durumları hiç de iç açıcı değildir.

Roma’da başımız eğik olsaydı, CHP mutlu olurdu.

Kiralık kalemler, sözde aydınlar, kripto alçaklar kaşık alıp oynamaya bile başlarlardı.

Sayın Cumhurbaşkanımızla ABD Başkanı Biden arasındaki görüşmeyi hazmedemeyen odaklar, bu defa da söz konusu görüşmeyle ilgili Beyaz Saray açıklamasına sığınarak karşımızdaki manzaranın hiç de iddia edildiği gibi olmadığını ileri sürmüşlerdir.

Biden’in, savunma ortaklığı ve Türkiye’nin NATO müttefikliğinin altını çizdiği, S-400 satın alınmasına ilişkin ABD’nin endişelerini not ettiği, güçlü demokratik kurumların önemini, insan haklarına saygıyı, barış ve refah için hukukun üstünlüğünü vurguladığı Beyaz Saray tarafından yapılan açıklamada ifade edilmiştir.

Bunlar ABD’nin görüşüdür, şu anki yönetiminin Türkiye’ye muhabbet beslemediği de açıktır.

Biz hiç kimsenin övgüsüyle, taltifiyle, talimatıyla, tahkimatıyla olmadık, bugünlere gelmedik.

ABD yönetimi bilmiyorsa söyleyeyim, Türkiye insan haklarına onlardan çok daha fazla saygılıdır, yargı bağımsızlığımıza müdahale için Kavala bildirisi hazırlayan bu ülkenin sahip olmadığı kadar hukukun üstünlüğü bu ülkede hakimdir, havidir.

S-400 konusu ise egemenlik sınırlarımız içindedir, hiç kimsenin bu konuda Türkiye’ye ayar verip istikamet çizme densizliği cevapsız bırakılmayacaktır.

Mühim olan Türkiye’nin ne dediği, ne yaptığı, bilahare muhatap ülkeyle hangi konularda uzlaşma sağlandığı, diyaloglardaki yapıcı ve pozitif havadır.

Türkiye’nin ABD’nin terör örgütleriyle yakın ilişki ve bağlantısı hakkında üzüntü ve kaygılarını paylaşmasının ne hikmetse üzeri örtülmek istenmektedir.

ABD’nin fiili ortak veya kara gücü olarak seçtiği terör örgütleri bumerang gibidir, günü geldiğinde tutan elleri de yaralayacaktır.

Biden’den çok Biden’cı kesilenler; Türkiye’ye yuvalanmış Washington lobisidir, emperyalizmin lekeli yüzleridir, iki taraflı çalışan ajanlardır.

Kaldı ki, Sayın Erdoğan ile Biden’ın görüşüp görüşmeyeceğinin günlerce çetelesini tutanların, Sayın Cumhurbaşkanı’nın beyanatlarından ziyade ABD’nin açıklamalarına kulak kabartanların işin özünde kimlerin hesabına çalıştıkları fazla söze yer bırakmadan deşifre olmuştur.

Birleşmiş Milletler Zirvesi’nde sonra kaynatılan dedikodu kazanı şimdi zilletin başına kaynar su olarak dökülmüş, alayını birden yakıp kavurmuştur.

Bu çevreler, 18 Ekim bildirisinin tarafı olan büyükelçilerin geri adımlarını tevil maksadıyla, yok Türkçesi böyleydi, yok İngilizcesi şu anlama geliyordu diyerek kendi kendilerini yiyip bitirmişlerdir.

Geçin bunları geçin, Türkiye’nin geri adımı, milli tezlerinden ödünler vermesi tökezlemesi, tarihi mücadelede geriye düşmesi demektir, bu da Allah’ın izniyle olmayacak, görülmeyecek ham bir hayalden ibarettir.

Başımız dik, sözümüz doğru, duruşumuz sağlam, hedeflerimiz büyüktür. Çünkü biz Türkiye’yiz, çünkü biz Türk milletiyiz.

 

Değerli Milletvekilleri,

Türkiye’nin terörle mücadelesi bekasının gereği, istiklal ve istikbalinin güvencesidir.

Terörle huzur arasında üçüncü bir seçenek yoktur.

Ya, karşımızdaki bölücü terör cephesi Türkiye’nin birlikte yaşama iradesini kırarak ülkeyi kanlı bir bölünme ve iç çatışma sürecine itecektir.

Ya da, Türkiye Cumhuriyeti devleti, bütün milli güç unsurlarıyla ayağa kalkarak bu saldırılara ve destekçilerine gereken cevabı vererek bu ihanetin belini kıracaktır.

Bunun başka yolu ve yordamı kalmamıştır.

Vatanını seven hiç kimsenin tepkisiz kalamayacağı, suskun duramayacağı; hiçbir vicdanın kabul edemeyeceği terör eylemleri karşısında, ne öne sürülecek bahaneler, ne de mazeret olacak gerekçeler meselenin vahametini azaltmayacaktır.

Son günlerde peşpeşe aldığımız şehit haberleri hepimizi üzmektedir.

Bu vesileyle aziz şehitlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmetler niyaz ediyor, başımız sağolsun diyorum.

Tedavi gören gazilerimize şifalar diliyorum.

Şunu iyi bilmek lazımdır ki, şayet biz bölücü terör örgütünün üzerine üzerine gitmezsek onlar silahlarıyla, bombalarıyla, hain planlarıyla bize gelecekler.

Biz gördüğümüz yerde vurmazsak, onlar bizi vuracaklar.

Teröristlerin kökünü kurutamazsak, onlar Türkiye’yi kurcalaya kurcalaya kundaklayacaklar.

Türkiye, teröre karşı savunmada değil taarruzdadır, üredikleri, beslendikleri, palazlandıkları bataklıkları A’dan Z’ye temizlemek hayat memat meselesidir.

Bu kanlı sayfa mutlak surette kapatılmalı, eşkıyanın fermanı yırtılıp atılmalıdır.

Bunu yapacak güç bizde vardır, iman vardır, inanmışlık vardır, kararlılık vardır, fedakarlık vardır, kahramanlık vardır ve destansı şekilde kıyamdadır.

Hepinizin bizatihi şahit olup destek verdiğiniz sınır ötesine asker göndermeyi esas alan Irak ve Suriye tezkeresi 26 Ekim 2021 Salı günü TBMM’de görüşülerek kabul edilmiştir.

Türkiye’nin güney kara sınırlarına mücavir bölgelerde yaşanan menfur gelişmeler ve süregiden çatışmalar kuşkusuz milli güvenliğimiz açısından aşırı riskler taşımaktadır.

Irak’ta PKK ve DEAŞ terör örgütlerinin melun varlığını sürdürmesi, etnik temelli ayrılıkçılığa yönelik girişimler, bölge barışına, bölge istikrarına ve milli bekamıza doğrudan tehdit saçmaktadır.

Suriye’nin sınırlarımıza yakın alanlarında PKK-PYD-YPG ve DEAŞ başta olmak üzere, yuvalanan diğer terör örgütlerinin milli güvenliğimize ve sivillere yönelik suikast ve eylemleri artarak devam etmektedir.

Türkiye’nin milli güvenliğini hedef alan terör saldırılarına karşı uluslararası hukuk çerçevesinde her türlü tedbiri alması hakkıdır.

Tezkere oylamasında CHP ile HDP hayır demiş, İP çok az sayıda milletvekiliyle evet oyu kullanmıştır.

Diyeceğim odur ki CHP, HDP ile ele ele tutuşarak, sınır ötesine asker gönderilmesine, terörle mücadelenin devamına, ihanetin tepelenmesine hayır demiştir.

Bilfarz, Irak ve Suriye tezkeresi CHP ve HDP’nin istediği gibi reddedilmiş olsaydı, sınır ötesinde terör örgütleriyle mücadele eden Türk askeri geri çekilecek, güney sınırlarımız boydan boya terörizmin kontrolüne girecekti.

CHP, tarihin yanlış yerinde durmakla kalmamış, Türkiye’nin de karşısında resmen ve belgeli şekilde konuşlanmıştır.

Geldiğimiz bu aşamada, CHP ile HDP, İP’in teşvikiyle tek bünyede birleşmiş, PKK’nın siyasetteki kolonları haline gelmişlerdir.

Sorarım sizlere, bu olup bitenler zillet değil midir?

Bu rezil ittifak düşmanın ileri karakolu olarak görülmeyecek midir?

CHP, HDP’yle birlikte tezkereye hayır, PKK’ya evet demiştir.

Türkiye’ye hayır, Türk ve İslam düşmanlarına evet demiştir.

Şehitlere hayır, gazilere hayır, milli haysiyete hayır, teröristlere evet demiştir.

Milli birlik ve dayanışma ruhuna hayır, bölücülüğe ve bölünmeye evet demiştir.

Türk askerine hayır, Türkiye karşıtlarına evet demiştir.

CHP yönetimi,  tarihi çizgisine hayır, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e hayır, Milli Mücadele’ye hayır, hıyanete ve husumete evet demiştir.

Ey Kılıçdaroğlu artık geri dönüş yolların tümden kapanmıştır, geçmiş olsun sana, kendini de yaktın, partini de ateşe attın.

Kılıçdaroğlu, geçen haftaki grup konuşmasında diyor ki; “Yabancı askerler bu tezkerede var, yabancı askerler Türkiye’ye geliyor. Yabancı askerlerin potinlerini Türkiye Cumhuriyeti devletinin topraklarında istemiyoruz.”

Hiç kimsenin topraklarımızı çiğnediği, çiğnemeye cüret edeceği falan yoktur. Bu iddia kuyruklu yalandır.

Tezkerede bulunan “yabancı askerlerin Türkiye’de bulunması” ifadesi ülkemizin DEAŞ karşıtı uluslararası koalisyonun Türk üslerinden yararlanmasına imkan tanımaktadır. Meselenin özü sadece budur.

Aynı ifadeler 8 Ekim 2019, 7 Ekim 2020 tarihlerinde TBMM’de görüşülen tezkere metinlerinde de yer almıştır.

O zamanki CHP, yabancı asker ayrıntısını büyütmemiş, tezkere oylamalarında evet tercihini kullanmıştı.

Kılıçdaroğlu, geçen haftaki grup toplantısında bize soru sormuş ve şöyle demiş:

“Bu yabancı askerler kim? Söyle bakalım; milliyetçi sen misin, biz miyiz?”

Sayın Kılıçdaroğlu, bu sorunun cevabını öncelikle sen vermelisin.

Kaldı ki bu sorunun muhatabı esasen sensin, zira aynı mahiyetteki tezkerelere geçmişte evet diyen bir şahsiyetsin.

Milliyetçiliğine gelince, sevsinler senin gibi milliyetçiyi.

Bizim milliyetçiliğimizi anlaman için kırk fırın ekmek yesen de nafile, bizim liglerimiz farklı, sen çoktan küme düşmüşsün, biz ise milletin gönlündeyiz, tarihin izindeyiz, ecdadın emanetçisiyiz, Türk asırlarının varisleriyiz.

Sen PKK’nın tutsağı, biz de milletin meftunu, yılmaz hizmetkarıyız.

Peki şimdi ne oldu? Geride kalan iki tezkerede sorun olmayan bir ifade bugün neden gündeme taşınıp istismar ediliyor?

Çünkü HDP’nin dayatmasına CHP boyun eğmiştir.

Çünkü PKK’nın tebliğ ettiği dağ emri, emperyalizmin talimat listesi CHP’nin iradesini boyunduruk altına almıştır.

Kılıçdaroğlu, Kurtuluş Savaşı geleneğinden gelen bir parti olduklarını, dokularında Kurtuluş Savaşı olduğunu söylüyor.

Bugünkü CHP, Kurtuluş Savaşı yıllarında olsaydı, yeri ve siperi kesinlikle düşmanın yanında olur, işbirlikçiliğin kitabını yazar, sonra da hepsi birden 150’liklerin arasına girerdi.

CHP Genel Başkanı, köşeye sıkıştıkça ağzından çıkanı kulağı duymayacak kadar şuur kaybı içindedir.

Diyor ki, tezkereye evet deseydik, Cumhuriyet’e ihanet etmiş olurduk.

Zavallı iyice şaşırdı, iyice su kaynattı, şanzımanı dağıttı, istikameti hepten şaştı.

Sayın Kılıçdaroğlu, ortağın İYİ Parti de ihanet etti mi?

Bunu onların yüzüne karşı söylemeyi düşünüyor musun?

İhanet edenlerle yol yürümek fıtratında mı vardır, mayan mı böyledir?

Sana göre Cumhuriyet nedir? İhanet ne anlama gelmektedir?

Tezkereye hayır demekle asıl vatana, millete ve Cumhuriyet’e katmerli ihanet eden sensin ve siyasi zihniyetindir.

Eline avucuna düştüğün HDP, Cumhuriyet Bayramı’nı bile kutlamadı, Aziz Atatürk’ü ağzına almaya tenezzül dahi etmedi.

CHP yoğun bakımdadır, şiddetli iç kanama geçirmektedir, bugünkü yönetiminin devamı halinde bitkisel hayata mahkum olması yakındır.

CHP-HDP ikiz kardeştir, ihanet beşiğinde PKK’nın, Türkiye düşmanlarının dokunuşuyla sallandıkları açıktır.

CHP bunları yapıyorken, tezkereye evet demenin sancılarını yaşayan İP Başkanı, soluğu Siirt Kurtalan’da almıştır.

Ve karşısına çıkan bölücü bir alçağın, “burası Kürdistan’dır” bühtanına tek kelime edememiştir.

Yazıklar olsun, Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları dahilinde Kürdistan diye bir yer yoktur, asla da olmayacaktır, gerekirse şehit oluruz, gerekirse şahit oluruz, ama üniter milli devletimizi asla parçalatmayız, asla böldürmeyiz, Kürdistan fitnesine bedenlerimizle direnir, Bozkurt gibi karşı dururuz.

Paris’te yaptığı açıklamayla İP Başkanı’nı tamamlayan, Anayasa Mahkemesi’nin lehine hak ihlali kararı verip Türkiye’yi tazminat ödemeye mahkum ettiği şerefsiz bir bölücü aynen şöyle şunları söylemiş:

“Siirt Kürdistan’dır. İşgalciler bilmelidir ki, şu an üzerinde misafir oldukları yeri ya Kürdistan olarak kabul edecekler ya da gelecekte Kürdistan’a komşu olacaklar.”

Osman Baydemir isimli terörist, gelsin de bu sözleri Türkiye’de söylesin, uzaktan konuşması kolay, yüreği varsa karşımıza çıksın da Siirt Kürdistan’dır desin.

Görüyorsunuz, Anayasa Mahkemesi kimlerin yanında duruyor, kimlerin kılıcını hak ihlali kisvesi altında utanmadan, sıkılmadan sallıyor.

Milliyetçi Hareket Partisi, Türkiye Cumhuriyeti adı ile temsil edilen siyasi, beşeri, fiziki, kültürel ve ekonomik coğrafyayı;  Türk milli kimliğinde vücut bulmuş milletimizi bir ve bütün olarak korumaya yemin etmiş siyasi bir anlayışın temsilcisidir.

Çağdaş bir devlet olabilme, müreffeh ve medeni bir millet haline gelebilme, bireysel hak ve hukuka insaniyetin ulaştığı evrensel ölçülerde sahip olabilme hedefi elbette önceliklerimizdir.

Ancak partimiz bu hedeflerin üstünde bir kavrayışla, milli değerlerin ve milli bekanın korunmasını vazgeçilmez varlık sebebi, hatta kutlu bir vatan görevi olarak ele almaktadır.

Kimliksiz ama demokrat, kişiliksiz ama özgür, birey olmuş ama milletsiz, vatandaş ama vatansız; içi boşaltılmış, değer taşımayan, geride kalan alt kimlik ve kültürlerine yeniden sığınmış ‘yitik toplum’ modelini Türk milletinin sineye çekmesi mümkün değildir.

Birileri millet kimliği dışında yeni arayışlar ve tanımlar talep ediyor diye milleti bu yapay talepler üzerinden yeniden adlandırmak; devleti bu taleplere göre yeniden tanzim etmeyi planlamak emsali görülmemiş bir yıkım olacaktır.

Milleti oluşturan ana gövdeden kimliklerin kaşınarak parçaların kopartılması, oluşmuş bir milleti sosyolojik anlamda geriye götürecek, boy ve kabilelere dönüştürerek ilkel, geri ve ırkçı bir akıbeti doğuracaktır.

Türk milletinin en büyük güç kaynağı tarihin her döneminde koruduğu ve yücelttiği milli birliği ve kardeşliğidir.

Gösterilen mücadele ve kahramanlığa rağmen 37 yıldır dağlarda devam eden eşkıyalığı, bir kimlik talebi gibi algılayıp birlikte yaşama ülküsünün zayıfladığına yorarak Kürdistan nifakını seslendirmek tarihi bir ihanettir.

Kim ne söylerse söylesin, biz her vatandaşımızı büyük Türk milletinin saygıdeğer bir evladı olarak görmeye sonuna kadar devam edeceğiz.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin ayrılmada, bölünmede, çözülmede, dağılmada, ayrışmada, farklılaşmada mutabakat araması mümkün değildir.

Büyük Türk milletinin, üzerine oynanan kirli oyunları, engin sağduyusu, birlik ve dayanışma ruhu ve geleceğine sahip çıkma şuuruyla bozacağına olan inancımız tamdır.

Türkiye’nin etnik kutuplaşmalara ve kardeş kavgalarına sürüklenmesini amaçlayan tahrikler karşısında Türk milleti bir bütün olarak ayağa kalkacaktır.

Partimiz, milli bekanın devamında mutlaka gerekli ve zorunlu olduğuna inandığı “tek vatan, tek devlet, tek millet, tek bayrak ve tek dil” ülkümüzü tartışmaya açacak gelişmelere sonuna kadar karşı çıkacak, karşı olacak, karşı duracak, karşı koyacaktır.

Her milliyetçinin bütün benliği ile savunduğu bu ilkeler başka hesaplar içinde olanlar açısından dikkat edilmesi gereken hususlardır.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin terör ve bölücülük konusundaki duruşu ve bu hususta kimseyle tartışmayacağı kırmızıçizgileri herkes tarafından çok iyi bilinmelidir.

Milli meselelerde nerede durduğumuz bellidir, milli vicdanda tescil edilmiştir.

Milliyetçi Hareket Partisi, herkesi vatan ve millet sevgisi etrafında, siyasi kaygıların üstünde bir gönül birliğine, muhalefeti de iflah olmaz yanlışlarından bir an evvel dönmeye davet etmektedir.

Hiçbir siyasi düşünce, hedef, iktidar amacı veya projesi, Türkiye’nin birliğinden, dirliğinden, kardeşliğinden daha önemli, daha öncelikli olamayacaktır.

Buradan Türkiye’ye karşı ihanet yolunu seçen, Türk milletinin kardeşliğini yıkarak amaçlarına ulaşacaklarını zanneden mihraklara bir gerçeği yeniden hatırlatmayı yararlı görüyorum:

Hiç kimse Türk milliyetçilerinin vatan sevgisinden kaynaklanan sorumlu, soğukkanlı ve aklıselim tutumuna bakarak, başka anlamlar çıkarmamalı, altından kalkamayacakları hesap hatalarına düşmemelidir.

Tek bir taşımızdan, tek bir insanımızdan, tek bir değerimizden, tek bir milli servetimizden vazgeçmeyiz, bunlara göz dikenlerin de gözünü oymasını biliriz.

CHP Genel Başkanı ve arkadaşlarının sonu gelmeyen kimlik arayışları ve bölücüleri meşru gören gafletleri; terör örgütünün ümit ve cesaret kaynağının kimler olduğunu belgeleyen somut veriler olarak karşımızdadır.

Tezkere oylaması bu hususta ki en çarpıcı delildir.

Milletleşme sürecini durdurarak, geriye döndürerek, sekteye uğratarak gelişmiş, kalkınmış, demokratikleşmiş, hatta ayakta kalmış bir ülkeye henüz rast gelinmemiştir.

Türklük tarih içerisinde çok ağır bedeller ödenerek kazanılmış milli kimliktir.

Milletine mensubiyet duyan hiçbir vatan evladı, bu değerin örselenmesine sessiz ve seyirci kalmayacaktır.

Ve unutulmasın ki cumhurun uyanan, doğrulan iradesi bunun hesabını müsebbiplerinden er geç soracaktır.

İhanete çanak tutanlar, buna yardım ve yataklık yapanlar bedelini mutlaka ödeyeceklerdir.

Buradan zillet ittifakını uyarmayı milli bir görev addediyorum. Girdiğiniz yol tehlikelerle doludur.

Ulaşılacak sonuç Anayasamızın değişemeyecek maddelerini değiştirmeye yönelik girişim olup  “vatana ihanet”le eşdeğerdir.

CHP-İP-HDP ve diğer zillet yedeklerinin Serv sevdalısı olarak karşımıza geçmesine Türk milleti tahammül etmeyecek, zillete tamam demeyecek, Allah’ın izniyle sahnelenen oyunu bozacaktır.

Bu duygu ve düşüncelerle sözlerime son verirken hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyor, başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi temenni ediyorum.

Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun diyorum.

Bakmadan Geçme