Sabrımız tükeniyor! Biz bu coğrafyanın misafiri değil ev sahibiyiz...

Sabrımız tükeniyor! Biz bu coğrafyanın misafiri değil ev sahibiyiz...

İdlib'te insani durumun giderek ağırlaşmaya başlaması üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, Tahran zirvesinde Rusya Devlet Başkanı Putin'e teklifiyle 17 Eylül 2018 tarihinde Soçi'de, düzenlenen ikili zirvede Türkiye ve Rusya arasında “İdlib'de silahsız bölge” mutabakatı imzalanmıştı. Mutabakata göre; İdlib gerginliği azaltma bölgesi korunacak, Türkiye'nin gözlem noktaları güçlendirilecek, Rusya da İdlib'de askeri operasyonlar ve saldırılardan kaçınılması için gerekli önlemleri alıp mevcut durumu koruyacaktı. Bunun yanında çatışan taraflara ait ağır silahlar, 10 Ekim 2018 tarihinde silahsızlandırma bölgesinden çekilecek, sonuç olarak 15-20 kilometre derinliğinde silahlardan arındırılmış bölge kurulacaktı. Mutabakatın önemli maddelerinden biri de M4 ve M5 otoyolunun 2018 yılı sonuna kadar güvenliğinin sağlanıp, trafiğe açılmasıydı. Bu noktada İdlib'in stratejik önemi de ortaya çıkıveriyor. M4 karayolu Lazkiye limanından gelip İdlib Serakip bağlantı noktasından M5 karayoluna bağlanıyor bu yol da Halep-Hama-Şam üzerinden Ürdün sınırına kadar uzanıyor. M4 ile ilgili bir başka konu da, Haseke'deki petrol ve doğal gaz sahalarının kontrolünü elinde bulunduran PKK/SDG'ye ABD'nin bu yol üzerinden mühimmat desteği sağlaması. Bu yüzdendir ki, Rus ve Amerikan güçleri bu hat üzerinden sürekli karşı karşıya gelmektedir. Velhasıl, stratejik açıdan önemli olan bu iki karayolu da İdlib'ten geçiyor. Akdeniz bağlantılı bu önemli hattın kontrolünü kaybetmek istemeyen Rejim, Rusya ve İran destekli Şii milisler tarafından mutabakat türlü bahanelerle defalarca ihlal edildi. Eylül 2018'den bu yana yaklaşık 20 bin defa ihlal gerçekleştirildi. Ve yine çatışmasızlık anlaşması çerçevesinde oluşturduğumuz 12 gözlem noktası kuşatılmaya başlandı. Hedef gösterilmeksizin sivil yerleşim alanlarına düzenlenen acımasız bombardımanlardan dolayı yüzbinlerce insan sınırlarımıza doğru hareket etti. Yaklaşık 4 milyon Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapan Türkiye yeni bir göç dalgasının altından tek başına kalkamayacağını muhataplarına iletse de, kayda değer bir destek çıkmadı.

SABRIMIZ TÜKENİYOR

Ocak ayı sonunda Cumhurbaşkanı Erdoğan, Senegal dönüşü, İdlib'e yönelik bombardımanını artıran, rejimin ayakta kalmasını sağlayan Rusya'ya karşı oldukça açık ve net ifadeler kullandı.

“Rusya ile gerek Soçi gerek Astana'da bazı görüşmeler ve anlaşmalar oldu. Bu anlaşmalara Rusya'nın sadık kalması halinde, biz de aynı sadakatle yola devam ederiz. Şu an itibarıyla maalesef Rusya, Astana'ya da Soçi'ye de sadık değil. Arkadaşlarımız muhataplarıyla görüşmeler yapıyor. Bu görüşmelerde de kendilerine, ‘İdlib'de bu bombalamaları vesaire durdurdunuz durdurdunuz, durdurmadığınız takdirde bizim artık sabrımız tükeniyor. Bundan sonra ne gerekiyorsa biz de bunu yapacağız.' diye ifade ediliyor. En son Halep'ten bizim tarafa atışları var. Bunlara biz bir yere kadar sabrederiz, sabrettik ama ondan sonra da biz göbeğimizi keseriz.”

Ama maalesef devam eden saldırılarda Rejim güçleri askerlerimizi şehit etti. Rejim güçlerinin birliklerimize yönelik ilk saldırısında yedi askerimiz bir de sivil vatandaşımız şehit oldu. Bu saldırıların karşılığı misliyle verildi ve yüzlerce rejim askeri öldürüldü. İşin açıkçası askerlerinin ölmesi, tek amacı saltanatını korumak olan Esed'in pek de umurunda olmadı. Bu alçak saldırı sonrası Rusya'dan ise küstahça bir açıklama geldi, “Türk birlikleri, 2 Şubat'ı 3 Şubat'a bağlandığı akşam saatlerinde Rusya tarafına bilgi vermeden İdlib'deki gerilimi azaltma bölgesinde hareket ettiler hükümet güçlerinin Serakib yerleşim biriminin batısındaki teröristlere yönelik saldırısının hedefi oldu.” Savunma Bakanı Hulusi Akar ise, “Saat 16:13 ve teyiden saat 22:27'de ilgili arkadaşlarımız Rusya tarafındaki ilgili personele bilgi verdi. Bu iletişim ve bilgilendirmelere, tüm bu önlemlere rağmen rejim tarafından gece saat 01:13'te unsurlarımıza karşı ateş açılmıştır” açıklamasıyla Rusları yalanlamış oldu.

LAFA DEĞİL SAHAYA BAKALIM

Artık yapılacak tek bir şey kalmıştı, o da DEAŞ ve PKK terör örgütlerine karşı icra edilen Fırat Kalkanı Harekatı, Zeytin Dalı Harekatı ve Barış Pınarı Harekatında olduğu kendi göbeğimizi kendimiz kesmek. Beklenen çıkış da geldi. Hem Rusya, hem Rejim, hem de İran mesajını net verildi;

“Bir süredir bu saldırılar doğrudan askerlerimizi, dolayısıyla doğrudan Türkiye'yi de hedef almaya başladı. Madem durum bu, öyleyse biz de artık lafa değil, sadece sahadaki gerçeklere bakarak hareket edeceğiz. Şubat ayı sonuna kadar rejimi Soçi Muhtırası sınırlarına, yani gözlem noktalarımızın gerisine çıkartmakta kararlıyız. Bunun için karada ve havada her ne gerekiyorsa çekinmeden, tereddüt etmeden, hiçbir oyalamaya meydan vermeden bunu yapacağız. Bitmez tükenmez toplantıların sonucunu beklemeden hemen şimdi ne yapmamız gerekiyorsa onun adımlarını atacağız. İdlib'de sivil yerleşim yerlerini vuran hava araçları artık eskisi gibi rahat hareket edemeyecektir.”

Erdoğan isim vermeden, Rusya, Rejim ve İran'ın saldırılarına bahane sağlayan Heyet-i Tahrir-i Şam (HTŞ) gibi örgütlere de sert bir şekilde uyarıda bulundu;

“Bölgedeki muhalif gruplardan, başıbozuk hareket ederek rejime saldırı bahanesi verenlere de artık tavizsiz davranacağımızın mesajını ilettik. Geldiğimiz noktada artık kimsenin taşkınlığına, bağnazlığına, satılmışlığına, provokasyonlarına göz yumacak değiliz.”

Bu uyarılar doğrultusunda binlerce asker, zırhlı araçlar, ağır silahlar, savunma sistemleri İdlib'e takviye edildi. Stratejik alanlarda kontrol noktaları oluşturuldu. Rejim güçlerinin Soçi mutabakatı çerçevesinde belirlenen gözlem noktalarının gerisine çekilmemesi karşılığında yapılacak olası askeri müdahaleyi “en kötü senaryo” olarak niteleyen Rusya'ya aldırış etmeyen Türkiye, Suriye topraklarında muazzam güçteki askeri tahkimatına devam etti, etmeye de devam ediyor. Bu kararlı tutum karşısında Kremlin'den, Rusya Dışişleri Bakanlığı'ndan, Türkiye ile İdlib konusunda yeni bir dizi görüşme hazırlığında olunduğunu, hazırladıkları yeni görüşmelerde söz konusu bölgenin gerçekten gerilimi azaltma bölgesi olmasını nasıl sağlanacağı konusunda anlaşmaya varmayı umdukları belirtildi. Dört gün boyunca bakan yardımcısı, asker ve istihbarat yetkililerinden oluşan heyetler arası yapılan görüşmelerde masaya getirilen haritalar, şartlar Türkiye tarafından reddedildi. Zira Soçi mutabakatında İdlib çatışmasızlık bölgesinin sınırları belirlenmişti. Bu belirgin sınıra göre de Türkiye 12 adet gözlem noktası kurmuştu. Müzakerelerde Rusya, -Türkiye'nin asla kabul etmeyeceği şekilde- “değişen şartlara göre” sınırları yeniden belirleme yoluna gitmeye çalıştı. Görüşmeler hafta içi de devam etti. Son olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Putin'in 5 Mart'ta bir araya gelerek bir yol haritası çizmesi bekleniyor. Bu kapsamda ay sonuna kadar Rejim güçlerine, çatışmasızlık bölgesi sınırlarının dışına çekilmesi için verilen süre, ikili zirve sonrasına kadar uzayabilir.

Bir yandan Rusya ile müzakereler sürerken diğer yandan da Suriye Milli Ordusu (SMO) ile Rejim güçleri arasındaki çatışmalar devam ediyor. Stratejik açıdan önemli M4-M5 bağlantısının olduğu Serakib'e 10 kilometre mesafedeki el-Neyrab, Şubat ayı başında düşen Serakib, yoğun Türk top atışları desteğiyle muhalifler tarafından ele geçirildi.

Şubat ayı başında düşen stratejik Serakib'in ve diğer bölgelerin yeniden alınması için başlatılan operasyon sonrası Serakib Rus destekli rejim güçlerinin elinden alındı. SMO, Rejim ve Rusların yoğun bombardımanına rağmen kaybettikleri mevzileri, Türkiye'nin desteğiyle yavaş yavaş geri almaya başladı. İşte tam bu sırada Rejim güçleri Cebel el Zaviye bölgesinde konuşlanan güçlerimize alçakça bir saldırı düzenledi.

'NE İŞİMİZ VAR' HEZEYANI

Bu saldırı ile gerekli uyarıların Rus kanadına yapıldığı esnada bu defa içinde ambulansların olduğu konvoyumuza ikinci bir saldırı gerçekleştirildi. 33 kahraman askerimiz maalesef şehit oldu 30 askerimiz de yaralandı. Rus Dışişleri birliğimizin vurulduğu konum ile ilgili, “Söz konusu saldırı, militanlarla bir arada bulunan Türk askerlerinin de vurulmasıyla sonuçlandı. Türk makamları tarafından verilen bilgiye göre, Türk askerlerinin söz konusu bölgede olmamaları gerekiyordu.” açıklamasını yaptı oysa ki Savunma Bakanı Hulusi Akar'ın da belirttiği gibi, birliklerimizin bulunduğu yerler önceden Rusya Federasyonu'nun sahadaki yetkilileri ile koordine edilmesine rağmen bu alçak saldırı gerçekleştirilmiş, ilk atış sonrası uyarı yapılmasına rağmen hava saldırılarıyla ambulansları dahi vurmuşlardı. Bunun yanında Rusların belirttiği gibi birliklerimizin etrafında hiçbir silahlı grup da bulunmamaktaydı. Ayrıca Rus Dışişleri'nin ”olunmaması gereken yer” diye belirtikleri alan Astana/Soçi mutabakatları çerçevesinde oluşturduğumuz 10 nolu gözlem noktamızın bulunduğu Zaviye bölgesiydi.

Tüm bunların yanında, “Suriye'de, İdlib'te ne işimiz var” diye hala sorgulama hezeyanına düşen kamuoyuna yönelik provokatif açıklamalarda buluna siyasiler, akademisyenler, gazeteciler var. “Terör saldırılarının kışkırtılmasına karşı koyma, bunlarla ilgili uluslararası kanun gereğince gerekli ve uygun tedbirlerin alınmasına” yönelik Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararının ötesinde Suriye ile 1998 yılında imzaladığımız Adana Mutabakatı var.

Bu mutabakatın 1. ve 2. maddeleri şöyle;

1- Suriye, mütekabiliyet ilkesi uyarınca, kendi topraklarından doğan ve Türkiye'nin güvenliği ile istikrarını tehlikeye atan hiçbir faaliyete izin vermeyecek. Suriye, PKK'nın topraklarında silah arzı, lojistik malzeme, finansal destek ve propaganda aktivitelerine müsaade etmeyecek.

2- Suriye, PKK'yı terör örgütü olarak tanıdı. Suriye, diğer terör örgütlerinin yanı sıra PKK'nın ve uzantılarının tüm faaliyetlerini yasaklar.

Suriye rejimi, mutabakat metninde yer alan “Türkiye'nin güvenliği ile istikrarını tehlikeye atma” ve “PKK'nın ve uzantılarının faaliyetlerini askıya alma” taahhütlerini açıkça çiğnemekte, hatta terör örgütü PKK ve uzantılarıyla bizzat müttefiklik ilişkisi içindeler.

5 Mart'ta yapılması planlanan Erdoğan-Putin buluşmasında da, heyetler arası görüşmelerdeki gibi, Rusların masaya sürdüğü saçma sapan planlar, haritalar üzerinde ısrar edilir de bir uzlaşı çıkmaz ise şüphesiz Türkiye daha önceden hazırladığı A, B, C planlarını devreye sokmaktan çekinmeyecektir. Bu noktada tek sorun hava sahasının kullanılamaması olacaktır ki onun da bir şekilde aşılacağını düşünüyorum. Zaten, askerlerimizin şehit edilmesi sonrası Cumhurbaşkanı Erdoğan “İdlib'de sivil yerleşim yerlerini vuran hava araçları artık eskisi gibi rahat hareket edemeyeceklerdir. Karada da rejim güçlerini aynı şekilde belirlediğimiz sınırların ötesine kadar kovalayacağız. Adana mutabakatının gereği bu.” şeklinde uyarısını açıkça yapmıştı. Bu açıklamadan kısa süre sonra, rejime ait helikopterlerin ard arda düşürülmesine şahit olmuştuk.

Amerikalılar, PKK'yı beslemek için Haseke, Deyrzor'da petrol, doğal gaz yataklarını, Ruslar Akdeniz kıyısındaki Tartus Limanı'nı, İranlılar da Lazkiye limanını kukla Esed rejiminden almış durumdayken, sınırlarımızın ötesinde terör devleti oluşturma planları varken, bombalardan kaçıp gelen 4 milyon mülteciye ev sahipliği yaparken ve bir o kadarı sınırlarımıza dayanmışken, Akdeniz'de bizi adım atamaz hale getirmek istiyorlarken, Suriye'de de Libya'da da olmaya “mecbur değil mahkumuz!”

Velhasılı kelam; “Türkiye'yi köşeye sıkıştırarak istediklerini kabul ettirebileceklerini sananlara bu coğrafyanın bir özelliğini hatırlatmak isteriz. Bu coğrafya kendini büyük gören nicelerini daha ne olduğunu bile anlamadan bir anafor gibi savurup yutmuştur; bu bilinmeli. Biz bu coğrafyanın misafiri değil ev sahibiyiz.”

KAYNAK: FARUK ÖNALAN / STAR

Bülten

Bakmadan Geçme