Medine Vesikası'nın Referansı Kur'an'dır
Malatya Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Dairesi
Malatya Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Dairesi tarafından düzenlenen Medine Dönemi Siyer Dersleri'nin 6'ncısı panel olarak gerçekleştirildi. Batı'nın Müslüman Toplumları entegre etmek için çeşitli temellendirmeler yapmaya çalıştığı anlatılan panelde “Medine Vesikası sözleşmesinde Allah Resulü otoritedir. Dolayısıyla otorite konusunda bir boşluk sözkonusu değil. Metin, Kur'andan referansını alarak kaleme alınmıştır” vurgusunda bulunuldu.
Büyükşehir Belediyesi Sanat Galerisi Konferans Salonu'nda gerçekleştirilen panele Büyükşehir Genel Sekreter Yardımcısı Metin Torun, Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanı İhsan Gençay, panelistler Prof. Mehmet Mahfuz Söylemez, Prof. Dr. Mustafa Tekin, Prof. Dr. Şinasi Gündüz ve Yrd. Doç. Dr. Mustafa Kelebek ile kalabalık vatandaş topluluğu katıldı.
Panelin moderatörlüğünü yapan Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanı İhsan Gençay, Panelistlere teşekkür ederek, Medine Vesikası'nın 1990'lı yıllarda televizyonlarda en çok tartışılan konulardan biri olduğunu kaydetti. Gençay, “O yıllarda, TV'lerde sürekli Medine Vesikası tartışıldı ve Medine Vesikası bağlamında günümüze bir şeyler yansıtıp yansıtamayacağımızı konuşup durdular” dedi.
Hz. Peygamber, Müslümanları yekpare hale getirdi
Prof. Dr. M. Mahfuz Söylemez, Medine Vesikası ile ilgili çeşitli rivayetler olduğunu belirterek “Benim kanaatim, Medine Vesikası'nın Bedir Savaşından önceye ait olduğu ve tek parçadan oluşmadığıdır. Birincisi, Hz. Peygamber Medine'ye Hicret edip Kuba'ya yerleşti. Bana göre Kuba'da kalmak istiyordu ama şartlar elvermediği için Hazreç'e haber gönderdi ve Hazreçliler gelip Hz. Peygamberi aldılar ve Yesrib'e yerleştirdiler. Peygamber Efendimiz Yesrib'e yerleştikten sonra bir sistem kurmaya karar verdi. Hz. Peygamberin kurduğu sistem Müslümanları yekpare hale getirme esası üzerine kuruluydu. Onun için Müslümanları yekpare hale getirebilmek için Hz. Peygamber bazı adımlar attı. Bu adımlardan ilki nüfus sayımıydı, Hz. Peygamber için çok önemliydi. Çünkü Peygamber Efendimiz (s.a.v) Müslümanların sayısını bilmek istiyordu. İkincisi en az bunun kadar önemliydi; o da muahhatdı, kardeşlikti. Medine'de yaşayan Ensar ve Muhaciri Hz. Peygamber, bu vesikayla öğrendikten sonra onları listeler halinde kardeş kıldı. Ve çok önemliydi. Aslında Medine Vesikası'nın bir parçası burada. Neye dayanarak söylüyorum bunu? Medine Vesikasının Enes B.Malik'in evinde imzalandığına dair kayıtlara dayanarak. Hatırlarsanız, muahhatın da Enes B. Malik'in evinde imzalandığına dair kayıtlarımız var. Aslında Medine'deki Evs ile Hazreç arasında bir savaş hali vardı. Bu antlaşma metni o savaş halini de ortadan kaldırdığını ifade ediyor. Bu da açıkça gösteriyorki Medine'de Müslümanlar arasındaki bir antlaşma metniydi. İlk 23 madde için söylüyorum. Geri kalan maddeler, Yahudilerle alakalı” ifadelerini kullandı.
Prof. Dr. Şinasi Gündüz de Medine Vesikası ile ilgili olarak Muhammed Hamidullah Hoca'nın 90'lı yıllardan önce de “İslam Peygamberi” adlı kitabında ve daha sonraki çeşitli Hz. Peygamber dönemine ait siyasi dokümanları konu ettiği eserlerinde yaptığı bir takım tartışmalar olduğunu aktardı. Prof. Gündüz, şöyle konuştu:
“Kabaca, 20. Yüzyılın ikinci yarısında Medine Vesikası ciddi anlamda tartışıldı diyebiliriz. Bu tartışmada yer alan özellikle iki boyut üzerinde duracağım. Birincisi, Medine Vesikası'nın İslam Devletinin bir Anayasası ya da ilk Anayasal Metni olup olmadığı konusundaki tez. İkincisi de özellikle o 90'lı yıllardaki tartışmaların arka planında yer alan içinde yaşadığımız şu çok kültürlü çok dinli toplumsal yapıda, çoğulculuğu temel alan yapıda bu vesika birarada yaşama projesi bağlamında tekrar uygulanabilir bir model sunuyor mu bize. Ki 90'lı yıllardaki tartışmaların özünü bu tartışma oluşturuyordu.
Müslümanlarla Gayrımüslimler arasındaki bu sözleşme ya da metnin kendi ifadesiyle kitap ve sahife, sözleşmeye taraf olan tüm kesimleri bir ümmet olarak tanımlıyor. Ki Müminlerin bir ümmet olduğunu ilk 23 maddede zaten görüyoruz ama 25'nci maddede Yahudileri de kastederek, Beni Avf Yahudilerini de kastederek bunlar bir ümmettir diyor. Dolayısıyla Ümmet kavramını sözleşmeye taraf olan herkes için kullanıyor. Yine sözleşmenin çeşitli maddelerinde sözleşmenin maddelerinin Allah'ın ve Resulünün himayesi altında olduğu belirtiliyor. Dahası Allah, sözleşmeye şahit tutuluyor. Yani Allah'ın şahitliği ve Allah ve Resulünün himayeleri uygulanıyor. Sözleşmede bence üzerinde durulması gereken çok önemli nokta otorite konusu. sözleşme seküler bir metin değil. Çünkü, otorite, sözleşmede Allah ve Resulü öncelikle ama birkaç yerde ısrarla Allah Resulü hakem olarak atıfta bulunuluyor. Yani sözleşme, birbiriyle her anlamdaki eşit bireylerin biraraya gelip de oluşturdukları bir muahede değil. Allah Resulünün otoritesi altında, Allah'ın kitabını ve Resulünü her konuda hakem tutan bir ön kabulle bu tarafları birbirine bağlıyor. Bu çok önemli. Yine sözleşmede emniyet gibi bir çok ortak sorumluluklar vurgulanıyor.
Medine Vesikası, Anayasal bir metin olarak değil de Yasal bir düzenleme olarak kabul edilmesi gereken bir metindir.”
Batı, Müslüman Halkları angaje etme anlayışı içinde
Prof. Dr. Mustafa Tekin ise yaptığı konuşmada, “İçinde yaşadığımız toplumlar aslında öteden beri Müslüman toplumları Müslüman halkları nasıl angaje edebiliriz anlayışı içindeler. Yani işte İslam'la ilgili yazılan çizilen bir çok literatüre baktığımızda bunu görüyoruz. İşte deniliyor ki dünyanın her tarafında Müslümanlar yaşıyor ve bu insanlar kendi değerleriyle varlıklarını devam ettirmeye çalışıyorlar en azından bir kısmı. Ve bunların içerisinde bir çok farklı hizipler, ekoller var. Yani önemli olan bunları nasıl içinde yaşadıkları toplumlara entegre edebiliriz. Bütün planlar programlar bunun üzerinde kurgulanıyor. Bu entegrasyon çerçevesinde İslam'ın kendi temel değerlerinden, tarihinden hareketle bunu nasıl temellendirebiliriz tartışması da yapılıyor. Öyleki yani Kur'an'ın liberal tefsirinden yorumundan tutun da işte mesela Sünnetsiz Hadissiz ya da klasik fıkıhsız bir islam üretmeye kadar. Örneğin mesela bugün batıda yeni bir fıkhın ihdas edilmesi gerekliliği tartışmaları yapılıyor. Gerekçe de şu, Avrupa İslamı diye bir kavram tartışılıyor. Bu Avrupa İslamı kavramı; yani Avrupa'nın, Batı'nın temel değerlerine işte seküler, kapitalist, liberal değerlerine meydan okumayan bir İslam anlayışı olmak durumunda ve bu nasıl temellendirilebilir. Tartışmanın özü bu. Şimdi doğrusu, ben, 90'lı yıllarda Medine Vesikası üzerinde yapılan tartışmaların biraz da bundan kaynaklandığını düşünüyorum. Bu çerçevede yapıldığını düşünüyorum ve buradan hareketle bu vesikanın bugün ya da 20. Yüzyılın sonu ile 21. Yüzyılda aslında Müslümanların bir seküler toplum yapısı içerisinde varlıklarını devam ettirirken belki onlar için bir model olabileceğini düşündükleri için tartışıldığını düşünüyorum. Oysa burada kaçırılan nokta bence şuydu: Hz. Peygamber (s.a.v) döneminde yapılan bu sözleşme metni o zamanın şartları dikkate alınarak Peygamber tarafından yapılmıştı artı o zamanın şartları rastgele bir metin de üretmedi. Bunun altını çizmek lazım. Çünkü bu vesikanın en önemli noktası otorite konusunu muallakta bırakmamasıdır. Örneğin günümüz çoğulcu toplum yapılarında birarada yaşama modelleri tartışılırken otorite, seküler sistemin kendisidir. Seküler sistemin kendisi temel bir referans olarak kabul edilir. Ama bu sözleşmede Allah Resulü otoritedir. Allah'ın kitabı bir otoritedir. Dolayısıyla otorite konusunda bir boşluk sözkonusu değil. Dahası antlaşmanın bütün şartları, Müslüman Ümmetin lehine bir durum düşünülerek kaleme alınmıştır. Dolayısıyla bu metin, Anayasal bir metin olarak Kur'an'dan referansını alarak kaleme alınan bir metindir” dedi.
Müminler tek bir millettirler
Medine Vesikası'nın İslam Hukuku açısından taşıdığı değeri anlatan Yrd. Doç. Dr. Mustafa Kelebek de “ Bu metne hangi açıdan bakarsanız bakın, şunu görürsünüz: Müminler tek bir millettirler, tek bir toplulukturlar. Bu birlikte, asla ırk temel değildir, ırka dayanmıyor. Çünkü baktığımızda Medine Vesikası'nda 3 ana topluluk olduğunu görüyoruz; bunlar Müminler, Yahudiler ve müşrik Araplar. Müminler de Arap müşrikler de Arap. Irka dayansaydı, onları bir bütün sayardı” diye konuştu.
Panel programının son bölümünde dinleyici soruları cevaplandırıldı.