Malatya üvey evlat mı?
Selma Kara Bülten Tv yazar
Yazar - Selma Kara
Kayseri'de yerel gazetecilik yapıyor. Gazetecilik lisans ve yüksek lisans mezunu. Ayrıca felsefede yüksek lisansını sürdürüyor. Dünyayı ve insanları anlamanın yolu olarak röportaj yapmaya aşık olduğunu söylüyor. Bu bağlamda deprem bölgesi Malatya'yı köşesine taşıyarak bizleri fevkalede sevindirmiştir. İşye Kara'nın yazısı;
Malatya'da çalışan bir meslektaşım dün bunları söyledi telefonda; “Malatya'da da durum çok kötü. Elbistan kadar, Hatay kadar kötü. Basın neden Malatya'yı göstermiyor? Bizler ofislerimizi kaybettik, canımızın derdine düştük sesimizi duyuramıyoruz. Malatya üvey evlat mı? Bunu araştırın.”
Hakikaten böyle bir yıkım varsa Malatya haberlerde neden fazlaca yer almıyor? Neden hepimiz kurulmuş gibi belli bölgelere gidiyoruz?
Meslektaşımın bir diğer savunusu da, bölgedeki ajansların 3 gün sonra meydanda göründüğü idi. Adıyaman'daki bir depremzede kardeşim daha aynısını söyledi.
Hakikaten, neden depremin ilk günlerinde yardım gitmediğini konuştuğumuz alanlardan, yine ilk günlerde görüntü gelmediğini, halbuki oralarda da yaygın ajansların temsilcileri olduğunu düşünmedik?
Araştırın dedi meslektaşım. “Nesine söyleyim canım efendim, gayri düzen tutmaz telimiz bizim.” demiş türküde. O telden bu telden söylemek isterdim; o telden bu telden tumturaklı cümleler kurmak isterdim ama bu ara susmak iyi geliyor.
“Gazeteci dediğin diyorum” tam bu paragrafta; “Gazeteci dediğin Selma bir yere parmak basar, kanırta kanırta gözünün içine sokar milletin, o parmak bastığı yeri vurgulamak için maddeler sıralar ve kafasına kafasına vurur o milletin. Sonra mevzuyu bir taraftan tutar, öteki tarafın ne olduğu umurunda olmadan söyler de durur. Böylesi makbul. Malatya neden konuşulmuyor, haydi eleştir, haydi taraf ol ve eleştir.”
Sonra da diyorum ki, “Hangi telden çalsam eksik kalacak bu türkü. Sanki Malatya konuşulmuyor da, başka gerçekler konuşuluyor gibi. Enkazdan başka ne gördük iki hafta biz? Enkazın altındakiler, kameranın arkasındakiler nerede? Çadır nerede meselâ, o kadar insan çadır diye yırtınıyor, bu kadar insan da, çadır var diyor. Haydi bakalım kim doğru söylüyor, araştır Selma…”
Bir yazarımız vardı; Murat Yerlikhan. Malatya'dan yazardı, 3 ay kadar önce Hakk'ın rahmetine kavuştu. O geliyor aklıma; acaba bilmediğimiz o yerlerden bakıp, iyi zamanda ölmüşüm falan diyor mudur diye düşünüyorum.
Sonra tekrar kendime dönüp; “Hayır yani araştırsan ne olacak, Fatih Altaylı'mısın ki ona çatıp buna çatıp sözlerin gündem olsun, Ahmet Hakan da değilsin, geçmişinden dem vurup eleştirirken bir taraftan da yazdıklarını konuşsunlar. Bir de herkes çok konuşuyor. O kadar sesin arasında sesinin duyulması MUCİZE. Bir de mucize haberleri vardı sahi…”
Hakikaten, nereden buluyor bazıları o kadar konuşacak şeyi? Kandilli deprem bildirimi geçiyor, o birileri anında deprem olan bölgeyle ilgili eleştiriyi basıyor.
Arkadaş bir durun, hele deprem olduğunu hazmedelim de sıra size gelsin.
Hele bazıları var, o kadar çok konuşuyor ki, doğru söylese de sırf konuştuğu için eleştiriyi basasım geliyor. Sonra da diyorum, “Ne uğraşacaksın, takipçileri bir şey yazacak, cevap vermeden duramayacaksın, o oradan bu buradan derken telefonu fırlatasın gelecek. Yeni telefon çok pahalı, en iyisi kahveni iç, otur aşağı.”
Hakikaten, küresel iklim felaketinden dolayı kayısı rekoltesi düştü haberi yazacakken, depremden dolayı kayısıyı bile unutuşumuza, aslında Malatya diye bir yerin varlığını, “Üvey evlat mıyız biz?” diyen telefondaki sesten sonra hatırlayışımıza ne demeli?
“Köşe yazısı, haber dediğin katıdır.” Selma diyorum yine kendi kendime. “Birtakım edebi cümleleri hafife alıyor okur, -meli –malı demelisin. Birilerini suçla haydi, haydi bilmişlik tasla, dünyanın en sırlı bilgilerine sen sahipmişsin gibi davran.”
Bir tanıdığım bir keresinde, “Yazıların yeni bir şey vermiyor. Gazeteci dediğin yeni bir şey vermeli.” demişti. Halbuki kendisi de köşe yazıyor –ki onu da nadiren yapıyor-, neden yeni bir şey vermiyor diye düşünmüştüm ben de. Ansiklopedi miyim ben, arama motoru muyum? Yeni bir şey istiyorsan kımılda biraz.
Hakikaten, toplum olarak neden sürekli ve bitmeyen bir eleştiri halindeyiz? Elini taşın altında koymadan neden öfkemizi saçmakla meşgulüz sürekli? Her yer öfke, her yer vıcık vıcık eleştiri. O kadar eleştiri var ki, aralarında işe yarar olan da görünmüyor.
“Ağzı olan konuşuyor” diye bir deyimimiz var mesela. Hayır yani, şüphesiz bu ağız sadece konuşmak için mi yaratılmıştır? Susmak için de vardır halbuki ağız.
Deprem bölgesinde çok duyduk o anonsu; “sessizlik…”
Çok ses var. O kadar ki enkaz gibi üzerimize devriliyor her biri. Altından kalkamıyoruz artık.
Lütfen biraz “sessizlik”, seslerinizin altında kalan sesleri duyamıyoruz.
Malatya'yı, Malatya gibileri duyamıyoruz.