M. Nurullah Varol

Hz. İbrahim (A.S.) 3. BÖLÜM

M. Nurullah Varol

Kedâ yolundan gelen Cürhümlüler, Mekke’nin aşağısında konaklayınca gökte uçan kuşları fark ettiler. Su olmayan vâdide kuşların olması oldukça garipti, bakmaya karar verdiler. Hazret-i Hacer ve oğlunu, Zemzem’in başında buldular. “Su hakkı”nın hiçbir zaman kendilerine ait olmayacağına dair söz verdikten sonra konaklamalarına Hazret-i Hacer izin verdi. “Ünsiyet istediği bir zamanda bu teklif, İsmail’in annesine uygun geldi. Onlar da oraya indiler.”[4]

Belli ki Hazret-i Hacer, dünyada her ne kadar köle olsa da, Kâbe’nin inşası ve etrafında bir şehrin kurulmasında önderlik etmesi için Rahmân’ın özel seçtiği, akıl sahibi, irfan ehli bir kadındı. Bir şeyi Allâh’ın emri ile yapmak ile nefsimize uyarak yapmak arasında dağlar kadar fark var. Allâh’ın emrine îtibar ediliyorsa, ilâhî nusret; peşinden rahmet, kendiliğinden gelir.

“-Yap!” diyen Allah, yardımını da gönderir… Hazret-i Hacer ve Hazret-i İsmail, bugün Kâbe’nin “Hatim”kısmında medfun olup, bütün mü’minlerin kalbinde, onlara dâir vefâ dolu bir sevgi mevcuttur. Sevdiğini sevdiren Allah, onları kıyamete dek bizlere sevdirmiş, hayatları boyunca da yardımsız ve ikramsız bırakmamıştır.

Hazret-i İbrahim muhatap olduğu bu ağır imtihanları kazanmak sûretiyle bütün insanların önderi kılınıp, “Peygamberlerin atası” kabul edilmiştir.[5] Biz de o kıymetli âileye vefâmızı, Peygamber Efendimiz’in öğrettiği salavâtlara namazlarımızda ve günlük hayatımızda devam ederek göstermeye çalışıyoruz.

“Allâh’ım! İbrahim ve âilesine salât ettiğin gibi, Muhammed ve âilesine salât et. İbrahim ve âilesini bereketli (mübarek) kıldığın gibi, Muhammed ve âilesini de mübarek kıl. Sen Hamîd’sin, Mecîd’sin.”

İbrahim Sûresi’nin 37. âyet-i kerîmesinde, rûhuma derinden tesir eden en esrarlı kısmı, bu beldeye âilesini yerleştirme sebebi olarak Hazret-i İbrahim’in söylediği:

“…Namazı dosdoğru kılmaları için…” kısmıdır.

Oruç için sağlık; zekât için mal; hac için hem sağlık, hem mal gerekirken, bu ibadetleri gücü-kudreti yerinde olanlar yapabilirken, namaz, dünyanın doğusundan batısına bütün insanların, hastası-sağlıklısı, yaşlısı-genci, zengini-fakiri, çoluğu-çocuğu ile edâ ettiği bir ibadettir.

Her saniye, birbirine eşit ve aynı îtibar içindeki kulların, Allâh’ın belirlediği yöne yönelerek secde etmeleri, meleklerin gıpta ettiği destansı bir hâdisedir. Hacda ve umrede en pahalı, Kâbe’ye en yakın otellerde ikamet edenler, iş Kâbe’de namaz kılmaya gelince, buldukları yerde namaza dururlar. Bir de bakmışsın yanlarında en fakir, en gelişmemiş ülkeden gelen, belki medenî dahî olmayan bir kişi, saf tutmuş.

Kâbe’nin temellerinin mevcut olup da binasının olmadığı bir beldeye ilk olarak Hazret-i Hacer ve Hazret-i İsmail’in (a.s.) yerleştirilmesi, çok önemli idi. Dinden diyanetten habersiz birisi oraya yerleşip dinin temel unsurlarının orada inşasına izin vermez, kendi kendine hak iddia edebilirdi:

“-Hey, bizim topraklarımızda siz ne yapıyorsunuz öyle? Kim dedi size orayı inşa edin diye!..” gibi sözlü tâcize dahî uğramadan İslâm’ın kıblesinin inşası ve onunla birlikte insanlığın ihyâsı için Mekke şehri, iki mâsumun etrafında kuruldu. Zemzem de onları himayesinde idi. Ve böylesi bir konumda bulunan Hazret-i İsmail’in ileride insanları Allâh’ın dinine dâveti daha kolay ve tesirli olacaktı.

Bu karar, görünüşte biraz zâlimce gelse de bütün insanlık için Rahmânî bir karardı. Eğer Beyt’in bulunduğu yerlerde birileri hak iddia edecekse, bu, ancak takvâ sahibi, îman ve teslîmiyette zirve olmuş kullar tarafından edilmelidir ki, buna en yakışanı teslîmiyet, tevekkül ve rızâ sultanı Hazret-i Hacer (a.s.) ve onun oğlu olmalıdır. Böylesi temiz insanları sevenler de temiz insanlar olacağı için Hazret-i İbrahim’in mübârek duâsı, zamanı ve zemini oluştukça gerçekleşecekti.

İMTİHANLARIN EN BÜYÜĞÜ

Zaman yine zor zamanlardı. Bu kez Hazret-i İbrahim (a.s.) imtihanın en büyüğü ile karşı karşıya idi. “Bana sâlihlerden bir çocuk bağışla!” diye duâ eden Hazret-i İbrahim’e (a.s.) [6], uysal, halîm-selîm, babasına son derece itaatkâr Hazret-i İsmail (a.s.) müjdelenmişti.[7]

Bir babanın sahip olabileceği en derin sevgi ile oğluna bağlı olan Hazret-i İbrahim’in (a.s.), belki de hayatta en sevdiği varlık İsmail (a.s.) idi. O çocuk kendisine verilmişti, şimdi ise kurban etmesi isteniyordu.[8]

Durumu oğluna anlatınca İsmail (a.s.) geçmişte annesinin söylediği sözü söylüyor:

“-Emredildiğin her ne ise onu yap, beni sabredenlerden bulacaksın!.”[9] diyordu.

Hâdise, ana-baba ve evlâdın tam teslîmiyeti ile neticeleniyor ve bu büyük imtihanın nihayetinde bir koç kurban ediliyordu.[10]

Hac esnasında Mina’da “şeytan taşlama” ibadeti ile biz de, Hazret-i İbrahim, Hazret-i İsmail ve Hazret-i Hacer’in (a.s.) şeytanı taşladıkları yerlerde, şeytanı sembolik taşlayarak Allah Teâlâ’ya gerçek mânâda teslim miyiz, onu sorguluyor, onlar gibi şeytanı alt edebilmek için duâ ediyoruz.

 

KABE’NİN İNŞASI

İbn-i Abbâs’ın (r.a.) rivâyetine devam ettiği o uzun hadîs-i şerîfte, bu kez Kâbe’nin inşâsı anlatılır:

“Bir müddet sonra İbrahim, yine Hacer ile İsmail’in yanına geldi. İsmail, Zemzem’in yanında Devha ağacının altında kendisine ok yapıyordu. Babasını görünce ayağa kalkıp onu karşıladı. İbrahim, Allâh’ın kendisine büyük bir iş emrettiğini o işte kendisine yardımcı olup olamayacağını İsmail’e sordu. Yine büyük bir teslîmiyetle cevap geldi.

«-Emredileni yapmanda sana gücüm yettiği kadar yardım edeceğim.»[11]

İsmail taş getiriyor, babası da Kâbe’nin duvarlarını yükseltiyordu. Binanın boyu yükselince İsmail babasının rahat çalışması için, bugün «Makâm-ı İbrahim» ismi verilen taşı getirdi.”

Evlâdın babasına merhametinin, babanın Rabbine itaatinin sembolü idi o taş… Hele ki günümüzde, yaşlı bir babayı, yeni ergen bir erkek çocuğu elinde oynatmaya pek meyyalken, Hazret-i İsmail (a.s.) söz konusu olunca, durumun hiç de öyle olmadığını, bu taş ile anlıyoruz. Evvelâ Allâh’a, sonra babaya itaat, hürmet, edep, hayânın sembolüdür o taş… Baba ile oğulun, nezih dostluğunun işaretidir. Ebeveyne saygının göstergesidir. Evlâda hayır duânın edildiği yerdir. O taş, basit bir taş olmadığı için, ona yüklenen mânâlar çok yüce olduğu için, o taşın yanında, yani “Makâm-ı İbrahim’de namaz yeri edinmeleri” insanlara emredilmiştir.[12]

Kâbe’nin temelleri yükseldikçe baba-oğul hep şu sözü tekrarlıyorlardı:

“-Rabbimiz, bizden kabul buyur!.”

Her bir taşı, iki büyük peygamberin duâsı ile yerine konan Kâbe, bu duâların bereketi ve Rahmân’ın lütfu ile İslâm Âlemi’nin kıblesi, günahlar ile kirlenen müslümanların tertemiz edilip gönderildiği mübarek mekân olmuştur. Arz’ın ve semânın kalbi olan Kâbe’nin, mü’minlerce aşk ile arzu edilmesi, sevilmesi, ulaşılamayınca gözyaşı dökülmesinde, inşâ edenlerin kalb-i selîm sahibi peygamberler[13] olmasının tesiri büyüktür.

Haccın insanlara îlan edilmesi emredilmiş[14]; Hazret-i İbrahim, Hazret-i Hacer ve Hazret-i İsmail’in (a.s.) hayatının en önemli dönemlerinin anlatıldığı sembollerle örülmüş hac ibadeti oluşturulmuştur. Hac ibadetini yerine getirirken, bu üç büyük insanın yaşadıkları imtihanı, sanki biz de yaşıyormuş ve kazanma mücadelesi veriyormuşuz gibi, onların imtihan oldukları her yerde onların hâlleri ile hâllenerek, aynîleşmeye çalışıyoruz. Böylece:

“-Biz de itaat ediyoruz, biz de Sana teslim oluyoruz, biz de Sana güveniyoruz! Yâ Rabbi, Sen de bizi affet ve onlardaki kıymetli îmânı bizlere de nasip et.” diyoruz hem hâl, hem de kâl dili ile…

Allâh’ın emrine itaat için üç mübarek insanın Mekke’ye doğru yaptıkları yolculuk, kurban bayramının birinci günü fecrin doğuşundan itibaren ömrün sonuna kadar yapılması gereken, genelde hacılarımızın kurban bayramının dört gününde edâ etmeye çalıştıkları farz ibadet olan “Ziyaret tavafı” ile bedenen ve rûhen yaşanmaktadır.

Mina’daki cemrelerin taşlanması işi bitip Mekke’ye dönüldükten sonra, memlekete gitmeden, son vazife şeklinde vâcip bir ibadet olarak yapılan “Vedâ tavafı” da Hazret-i İbrahim’in (a.s.) Mekke’den, Filistin’e dönüş yolculuğunun sembolüdür. Çok zordur hacılar için Kâbe’ye veda etmek… Gözyaşları içinde:

“-Bekle beni Kâbe’m, inşâallâh sana tekrar kavuşurum.” diye temennîlerde bulunup duâlar etmek…

ALLAH’A EN GÜZEL KUL NASIL OLUNUR?

Arafat’tan Müzdelife’ye, Mina’da şeytan taşlamaktan son tavafa kadar samimi bir teslîmiyet ile; “Allâh’a en güzel kul nasıl olunur?” sorusunun cevaplarıdır haccın menâsikleri…

Yazarın Diğer Yazıları