Ülkemiz kimi zaman hedef ülke durumuna gelmektedir.

MHP Genel Başkan Yardımcısı Hidayet Vahapoğlu'nun Meclis'teki konuşması

MHP Genel Başkan Yardımcısı ve Bursa Milletvekili, TBMM Milli Savunma Komisyonu ile Güvenlik ve İstihbarat Komisyonları Üyesi Dr. M. Hidayet Vahapoğlu, Meclis'te yaptığı konuşmasında Türkiye’nin terör örgütleriyle meşgul edildiğini söyledi.

Vahapoğlu, ABD ve bazı AB ülkeleri İslam coğrafyasını yeniden paylaşma yarışına girmiş bulunmaktadırlar. Buna karşılık Rusya’nın Kafkasya ve Karadeniz ile Baltık Ülkeleri üzerinde ve Ön Asya’da yeniden söz sahibi olma gayretleri, Çin’in ise Orta Doğu ve Afrika’da etki alanı oluşturma girişimlerinden sonuç almaya başladıkları görülmektedir. Özellikle Rusya’nın Suriye ve Libya’da etkili olması, İran’la olan yakın ilişkileri, ABD’nin NATO’yu kullanarak Bulgaristan ve Romanya’dan sonra Ukrayna ve Gürcistan’la sağladığı yakınlaşma yanında Çin’in İran’la gerçekleştirdiği stratejik anlaşma orta ve uzun vadede bölgede bazı anlaşmazlıklara kuluçka görevi yapacak özellikler taşımaktadır. Tüm bu olanlar Türkiye’nin etrafında ve doğrudan ilgi ve menfaat alanı olması gereken coğrafyada meydana gelmektedir.’’ ifadelerini kullandı.


Bunlar olurken Türkiye’nin de PKK/KCK gibi sözde etnik motifli, FETÖ gibi istismarcı-istihbaratçı, DEAŞ ve El Kaide gibi İslami motifli, DHKP-C gibi sözde sol ideolojideki örgütlerle meşgul edildiğini kaydeden Vahapoğlu, Türkiye’nin meşgul edildiği ideolojik çeşitliliğe dikkat çekti.

MHP Genel Başkan Yardımcısı Hidayet Vahapoğlu’nun Meclis’teki konuşmasının tam metni şöyle:

Milliyetçi Hareket Partisi grubu adına 2019 yılı Kesin hesap ve 2021 Yılı Milli Savunma Bakanlığı bütçesi üzerine söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle başta Cumhuriyetimizin banisi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere şehitlerimizi, ebediyete irtihal eden gazilerimizi rahmet, minnet ve şükranla anıyor, halen yurtiçinde ve yurtdışında görevli kahraman asker ve polisimizi, güvenlik korucularımızı, hayatta olan tüm gazilerimizi, vazife malullerini ve Gazi Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan Değerli Milletvekilleri

Geniş bir coğrafyada güvenlik kaygısı yıllardır sürmekte ve nesiller boyu devam edeceği tahmin edilmektedir. Küresel anlamda güvenliğin teminatı olması gereken Birleşmiş Milletler, NATO ve AGİT gibi kuruluşlar bölgesel ve küresel barışın sağlanması ile anlaşmazlıkların çözümünde sınıfta kalmışlar, kendilerine olan güveni büyük ölçüde yitirdikleri için tartışılır hale gelmişlerdir. Uluslararası kuruluşların hemen tamamının küresel oyun kurucu devletlerin uydusu, onların oyunlarının destekçisi ve pisliklerinin örtücüsü görevi gördüğü düşüncesi yaygın hâl almıştır. Küresel boyutta yürütülen hâkimiyet çabalarının sebep olduğu güvenlik krizi ülkemizi doğrudan etkilemekte, ülkemiz kimi zaman hedef ülke durumuna gelmektedir.

İnsanlığa refah ve güvenlik sağlaması gereken insan aklı, günümüzde belli güç odaklarınca insanlığı yok etmek üzere kullanılır hale gelmiştir. Tek kutupluluğa geçişten itibaren küresel belirleyici aktör durumunda olan ABD ve AB ülkeleri ile bunların himayelerindeki Yunanistan, Ermenistan, İsrail gibi şımarık uydu devletler fütursuzlukta sınır tanımamakta, ülkeler arasında ikili anlaşmazlıkların yanında bölgesel anlaşmazlıkları da tahrik etmektedirler.

ABD ve bazı AB ülkeleri İslam coğrafyasını yeniden paylaşma yarışına girmiş bulunmaktadırlar. Buna karşılık Rusya’nın Kafkasya ve Karadeniz ile Baltık Ülkeleri üzerinde ve Ön Asya’da yeniden söz sahibi olma gayretleri, Çin’in ise Orta Doğu ve Afrika’da etki alanı oluşturma girişimlerinden sonuç almaya başladıkları görülmektedir. Özellikle Rusya’nın Suriye ve Libya’da etkili olması, İran’la olan yakın ilişkileri, ABD’nin NATO’yu kullanarak Bulgaristan ve Romanya’dan sonra Ukrayna ve Gürcistan’la sağladığı yakınlaşma yanında Çin’in İran’la gerçekleştirdiği stratejik anlaşma orta ve uzun vadede bölgede bazı anlaşmazlıklara kuluçka görevi yapacak özellikler taşımaktadır. Tüm bu olanlar Türkiye’nin etrafında ve doğrudan ilgi ve menfaat alanı olması gereken coğrafyada meydana gelmektedir.

Bunlar olurken Türkiye ise PKK/KCK gibi sözde etnik motifli, FETÖ gibi istismarcı-istihbaratçı, DEAŞ ve El Kaide gibi İslami motifli, DHKP-C gibi sözde sol ideolojideki örgütlerle meşgul edilmektedir. Yüksek heyetinizin dikkatini Türkiye’ nin meşgul edildiği ideolojik çeşitliliğe çekmek isterim.

Sayın Başkan Değerli Milletvekilleri

Dünya genelinde hali hazırda;

Filistin-İsrail-İran/Libya/Irak/Suriye/Afganistan/İran/Keşmir (Pakistan-Hindistan)/Yemen/Azerbaycan-Ermenistan/Güney Amerika-ABD/ABD-Kuzey Kore/ABD-Çin/Kongo/Ukrayna-Rusya/Etiyopya; olmak üzere 15 mevcut ve muhtemel çatışma ve potansiyel risk alanı bulunmaktadır. Bunların yarısı ya komşumuz ya da tarihi ve kültürel ilgi alanımız olan ülkelerdir/bölgelerdir. Dolayısıyla Türkiye’nin bu bölge ve ülkelerde olan gelişmelerden kendini soyutlaması mümkün değildir. ( Türkiye bu bölge ve ülkelerle artan dozda ilgilenmeli ve gelişmelere müdahil olabilmelidir. )

Türkiye’nin çevresindeki gelişmelere yönelik ilgisi ve müdahil olma girişimleri bölgemiz üzerinde hesabı olanları rahatsız etmektedir. Nitekim Doğu Akdeniz’deki paylaşıma seyirci kalmaması, Adalar Denizindeki gelişmelere müdahalesi ve Libya’da uluslararası kabul görmüş olan Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile olan ilişkileri ve Türkiye-Azerbaycan işbirliğinden rahatsız olan çevrelerin, Türkiye’ye karşı takındıkları tavır ortadadır.

Akdeniz de tatbikat adı altında Deniz haydutluğu yapılmaktadır. Son iki ay içinde Türkiye’den kalkan ya da Türkiye ile ilişkisi olan 3 gemiye müdahalede bulunulmuştur. ( 1998 Tarihli “Denizde Seyir Güvenliğine Karşı Yasadışı Eylemlerin Önlenmesine dair sözleşme” Köle taşımacılığı, Deniz haydutluğu, Uyuşturucu ve/veya Psikotrop maddeler ile izinsiz radyo yayıncılığı hallerinde ilgili ülkenin ve gemi kaptanının müsaadesi ile müdahale izni verdiği halde bu kurallar çiğnenerek ticari gemilerimiz taciz edilmektedir. ) Bu olayların öncesinde ve sonrasındaki sanal alemdeki yayınlardan MİT Tırları olarak bilinen FETÖ operasyonundakine benzer bir kumpasın hedeflendiği görülmektedir.

Afrika’daki temsilcilik sayımızın 42 büyükelçilik ve 5 başkonsolosluk olmak üzere 47’ye yükseltilmesi ile oluşturduğu etki 400 yıldan fazla bir süredir; Afrika’yı sömüren Fransa gibi AB ülkelerinin yanında FETÖ gibi örgütlerinde rahatsız olmasına sebep olmuş olmalı ki Türkiye’yi uluslararası zeminde sıkıştırmaya, imkan bulabilirlerse zora sokmaya çalışmaktadırlar. Bu düşmanca tavır cevapsız kalmamalıdır ve başta Yunan bandıralı gemiler olmak üzere Fransız ve Alman bayraklı gemilere de aynı muamele Türkiye tarafından yapılmalıdır.

Küresel askeri harcamaları azaltalım söylemlerine rağmen sürekli artarak 2020 yılı sonunda 2.3 trilyon dolar civarına yaklaşmıştır. Toplam askeri harcamaların yaklaşık üçte birini ABD yapmaktadır. ABD’nin 2021 Yılı Savunma Bütçesi 760 Milyar doların üzerindedir. ( Bunun 72 Milyar doları Deniz Aşırı Muhtemel Dış Operasyonlar, 23.1 Milyar Doları Enerji Bakanlığı Bünyesindeki kuruluşlar, 8.5 Milyar doları ise PKK gibi bölgesel taşeron terör örgütlerini yemlemek içindir. Nitekim ABD, 2021 yılında PKK için 500 milyon dolar civarında bütçe ayırmıştır. )

Rusya’nın savunma bütçesi ( resmi açıklamasına göre 70 Milyar Dolar, askeri harcama konularını araştıran kuruluşların tahminlerine göre ) 245 milyar dolar. Çin’in Savunma bütçesi 320 Milyar dolar, Hindistan’ın 90 Milyar Dolar, İran 20 Milyar dolar, sınırları Rusya tarafından korunan Ermenistan’ın 4.3 milyar dolar, İsrail’in 24 milyar dolar, yaptığı tüm askeri harcamaların %80’ini Türkiye’ye yönelik düşmanca faaliyetler için ayıran Yunanistan’ ın 18 Milyar dolardır. Türkiye’nin Milli Güvenlik ve Savunma programı kapsamında ayırdığı bütçe ise 95.132 Milyar TL’ dir. (12.18 Milyar $ ) Milli Savunma Bakanlığı doğrudan ayrılan bütçe ise 61.5 Milyar TL.

Günümüz döviz kuru karşılığı 7.81

Sayın Başkan Değerli Milletvekilleri

Ön Asya başka bir ifade ile Orta Doğu 20. Yüzyılın ilk yıllarından bu yana iç karışıklıkların, gerginliklerin ve hatta bölgesel çatışmaların sonlandırılamadığı bir bölgedir. Kafkaslar da aynıdır. Dolayısıyla bu bölgelerdeki ülkelerin savunma harcamaları sürekli artmaktadır. Londra merkezli bir araştırma merkezinin paylaştığı bilgiye göre dünyanın en yüksek askeri harcama yapan 15 ülkesinden 9’u Ön Asya ülkesidir. Suudi Arabistan Kamu bütçesinin %30’unu, Umman %20’sini askeri alanda harcarken Irak, İran, hatta İsrail’in rakamları da bunlardan gerilerde değildir. İsrail dünyanın en yüksek savunma harcaması yapan 15. Sıradaki ülkesidir.

Ön Asya ülkeleri askeri ihtiyaçlarının %53’ünü ABD’den , %12’sini Fransa’dan, %11’ini Rusya’dan aldıkları silah, araç gereç ve mühimmatla karşılamaktadırlar. Küresel anlamda en büyük 10 askeri firmanın 6’ sı ABD, 1’ i İngiliz 3’ ü Çin firmasıdır. Kriz bölgeleri ve krizi bizzat yaşayan ülkeler kriz senaryosunu yazan ülkelerin sadık müşterileridir. Bu durum NATO üyesi olmayan bölge ülkeleri ile sınırlı değildir. 2016’ dan 2020’ ye kadar NATO üyeleri savunma bütçelerini 130 Milyar $ artırmak zorunda kalmışlardır. (ABD Sav. Bak. Mark Esper) Bu bölge de silah satmak için kan akıtılmaktadır. Buna son örnek Türkiye Yunanistan arasında yaşanan gerginliğin Fransa tarafından fırsata dönüştürülmesi ve Yunanistan’a 18 Rafael uçağı ile önemli sayıda deniz aracının satılmasıdır.

Watson Enstitüsü ve Brown Üniv. araştırmasına göre; ABD, 11 Eylül 2001 tarihinden bu yana hemen hemen tamamı İslam coğrafyasında olmak üzere savaş ve çatışmalara 6.4 trilyon dolar para harcamıştır. ( Bu rakamı 2020 yılında bütçe gelirlerimiz olan 973 milyar 129 milyon lira ile mukayese ederseniz harcanan paranın büyüklüğünü daha kolay anlayabilirsiniz. ABD harcaması içinde Suriye ve Irak’taki PKK uzantılarına verdiği silah, mühimmat ve araç-gereç de bulunmaktadır. )

PKK ve türevleri de askeri özel şirket halini almış ve sipariş üzerine emperyalistlerin bölgedeki paralı savaş köpekliğini üstlenmiş bulunmaktadır.

11 Eylül 2001’den sonra İslam coğrafyasında yaşanan iç çatışma ve dış müdahaleler sonucu bazı kaynaklara göre 800 bin bazı kaynaklara göre de 1.300.000 kişi hayatını kaybetmiştir. 9 milyon civarında insan yurdundan yuvasından edilmiştir. Ülkelerin şehirleri, altyapıları, sanayileri, ekonomileri, eğitim ve sağlık kuruluşları yerle bir edilmiş, insanların ve ülkelerin arasına on yıllarca düzeltilemeyecek nifak sokulmuştur.

Bunlar yapılırken hep barış, kardeşlik, demokrasi, insan hakları gibi reddi zor olan süslü argümanlar kullanılmış, bu argümanlar o ülkelerin yerli etki ajanlarınca da desteklenerek gözyaşı, ölüm ve yıkım dünya kamuoyunun dikkatlerinden kaçırılmıştır. Tüm bunlar birilerinin dünyadan daha fazla pay almaları dolayısıyla mevcut refahlarını artırarak sürdürmeleri uğruna yapılmaktadır.

Özellikle küresel oyun kurucuların uşaklığına soyunmuş çevreler etki ajanlığı görevlerini aldıkları dış desteğin sağladığı özgüven ve yüzsüzlükle sürdürmektedirler.
Türkiye Doğu Akdeniz’den dışlanmak, Adalar (Ege) Denizinde ancak izin ile seyrüsefer yapabilir hale getirilmek istenmektedir. Buna karşılık Türkiye’nin bu konularda izlediği politikalar uygundur ve milli menfaatlerimizle tutarlıdır. Hükümet bu konularda izlediği politika ve tavrını ısrarla sürdürmelidir. Türkiye Libya ile olan münhasır ekonomik bölge uygulamasını Lübnan gibi diğer ülkelerle de yapmanın yollarını aramalı, bölgedeki Suriye ve İsrail gibi ülkelerle de konjonktür izin verdiğinde yapma niyeti hep ajandamızda tutulmalıdır.

Ülkemizi rahatsız eden ve edecek olan;

-ABD’nin PKK/YPG’ye verdiği destek, terör örgütlerinin korumasında yapılan petrol ticareti,

-Doğu Akdeniz’de yaşanan gerilim ve Türkiye Cumhuriyetinin bu bölgedeki hak ve menfaatlerinin gasp edilmesine yönelik tecavüzler,

-Doğu Akdeniz’le hiçbir bağı olmaması gereken ABD, Fransa hatta Yunanistan’ın bölgede etkili olma gayretleri,

-Yunanistan’ın Adalar Denizi üzerindeki hak ihlalleri, adaları silahlandırması ve kıta sahanlığı, fır hattı gibi konulardaki haksız, hukuksuz hatta hadsiz dayatmaları,

-Fransa’nın Adalar Denizi, Libya ve Ermenistan-Azerbaycan anlaşmazlıklarında rol kapma, belirleyici olma gayretleri ile Türkiye’ye yönelik düşmanca tavırları,

- Fransa’nın Yukarı Karabağ’ın hukuki statüsüne aykırı olarak aldığı tanıma kararı,

-ABD’nin FETÖ konusundaki tavrı ve ısrarı ile bu konuda yapılmak istenen pazarlıklar,

- Türkiye’nin güvenliği için elzem görüp aldığı S-400’lerin sorun haline dönüştürülmesi ve proje ortağı olarak yer aldığı ve parasını ödediği F-35 uçaklarının verilmemesi,

-ABD’nin ekonomik yaptırım tehditleri ve uygulamaları, Türk ekonomisine ve bankacılık sistemine yönelik operasyonu, Türkiye’ye yönelik aldığı CAATSA (Amerika Düşmanlarına Yaptırımla Mücadele Yasası hükümlerinin uygulanması) kararı

- İran’ın nükleer silaha kavuşmasının bölgesel ve İslam dünyası üzerindeki etkisi ve bundan Türkiye’nin etkilenme durumu,

- İran’ın nükleer çalışmalarının engellenmesine yönelik işlenen cinayetler ve bu cinayetlerin meşru gösterilme çabaları, gibi konular bulunmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti; bağımsızlığını, egemenliğini, toprak ve toplum bütünlüğünü, ahdi hukukundan kaynaklanan hak ve menfaatleri ile hayati çıkarlarını korumak ve muhafaza edebilmek için güçlü, birlik beraberlik içinde ve caydırıcı olmak zorundadır.

Türkiye; bölgesel bir güç ve denge unsuru olarak varlığını devam ettirmeyi, çevresinde bir barış ve güvenlik kuşağı oluşturmayı, bulunduğumuz bölgeye ve ötesine yönelik strateji ve güvenlik üreten-sağlayan ülke olmayı, tehdidi sınırlarının dışında yok etmeyi sağlamalıdır.

( Türkiye, Yurtta sulh cihanda sulh ilkesinden taviz vermemeli, bölgesel ve küresel barışı destekleyen tüm faaliyetlerin içinde yer almalı ve destek vermelidir. ) Türk Silahlı Kuvvetleri kara, deniz ve hava unsurları ile daima güçlü ve caydırıcı olmalıdır. Türkiye NATO dışı milli ordusu niteliğindeki jandarmasının gerektiğinde askeri görev yapabilecek nitelikleri kaybetmemesine özel önem vermelidir. Türk Silahlı Kuvvetleri arkasında kararlı bir siyasi otoritenin varlığını sürekli olarak hissedebilmelidir. İçeride ve dışarıdaki düşmanlarımız Türkiye Cumhuriyeti’nin kararlılığından asla şüphe etmemeli ve gücünü test etmeyi akıllarından bile geçirmemelidir.

Askerimizin özlük hakları, sorumluluk ve maruz kaldıkları risklerle uyumlu hale getirilmelidir. Ayrıca TSK’ nden emekli olan her rütbedeki personelin özlük haklarını iyileştirecek reform mahiyetinde özel bir çalışma yapılmalıdır.

Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapan Binbaşı ve Kıdemli Binbaşılar mer’i mevzuata göre üst subay olarak tanımlanmış olmalarına rağmen aynı kategoride bulundukları Albay ve Yarbaylara tanınan haklardan yararlanamamaktadırlar. Dolayısıyla başta makam tazminatı olmak üzere bu hakların verilmesi ve emekliliklerine yansıtılması gerekmektedir.
Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde 2003 yılından itibaren görev yapmakta olan sözleşmeli subay ve astsubayların kadroya geçirilerek muvazzaflık statüsüne ve güvencesine kavuşturulmaları gerekmektedir.

Astsubayların mesleğe başlangıç derece ve kademelerinin 9/2 olacak şekilde yeniden düzenlenmesi ve emekliliklerinde maruz kaldıkları ekonomik kayıpları giderecek düzenlemelerin ivedilikle yapılmasına ihtiyaç bulunmaktadır.

Uzman Çavuşların 6000 sayılı yasadan kaynaklanan hak mahrumiyetlerini ve emeklilikle ilgili özlük haklarına iyileştirecek düzenlemelerin yapılmasına ihtiyaç bulunmaktadır.
Gazi Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.

TÜRKGÜN

Bakmadan Geçme