M. Nurullah Varol

Hz. İbrahim'e İlk Îmân Eden

M. Nurullah Varol

Ateşe atılma hâdisesinden sonra Allâh -celle celâlühû- İbrâhîm -aleyhisselâm-’ın ve O’na îmân edenlerin rahat ibâdet etmeleri, ayrıca Nemrûd ve Keldânî kabîlesinin üzerine gönderilecek olan ilâhî azaptan da muhâfaza olunmaları için hicret etmelerini emir buyurdu.

İbrâhîm -aleyhisselâm- ve kendisine tâbî olan mü’minler, kavimlerinden ayrılıp hicret etmeye karar verdiler. Cenâb-ı Hak onların bu durumunu methederek şöyle buyurmaktadır:

“İbrâhîm’de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine şöyle demişlerdi: «Doğrusu biz sizden ve Allâh’tan başka tapmakta olduklarınızdan uzak kimseleriz. Sizi (bâtıl dîninizi) inkâr ettik, artık siz sâdece Allâh’a îman edinceye kadar sizinle bizim aramızda ebedî olarak düşmanlık ve kin başlamıştır…»” (el-Mümtehine, 4)

Allâh Teâlâ böylece Halîli’ni ve mü’minleri selâmete çıkardı.

HZ. İBRAHİM’E ÎMÂN EDEN İLK İNSAN

Âyet-i kerîmelerde buyrulur:“Lût da O’na îmân etmişti ve (İbrâhîm:) «Ben Rabbime (O’nun emrettiği yere) hicret ediyorum. Şüphesiz O, mutlak güç ve hikmet sâhibidir.» dedi.” (el-Ankebût, 26)

“Biz O’nu ve Lût’u kurtararak, içinde cümle âleme bereketler verdiğimiz ülkeye taşıdık.” (el-Enbiyâ, 71)

Lût Peygamber, Hazret-i İbrâhîm’in kardeşinin oğludur. Peygamber olduğu dikkate alındığında, O’nun daha önce küfürde olup, sonra da îmân ettiği düşünülemez. Dolayısıyla Hazret-i Lût’un Hazret-i İbrâhîm’e îmân ettiğini bildiren âyette, İbrâhîm -aleyhisselâm-’ı ilk tasdîk edenin Lût -aleyhisselâm- olduğuna işâret edilmektedir.

İbrâhîm -aleyhisselâm- Bâbil’e, oradan da Lût, Sâre ve bir mü’min topluluğu ile birlikte Urfa’nın güneyinde bir kasaba olan Harran’a  hicret etti. Lût -aleyhisselâm- O’nun yeğeni, Sâre ise amcasının kızıydı.

AMCASININ KIZI İLE EVLİLİĞİ

Rabbinin emri mûcibince İbrâhîm -aleyhisselâm-, Sâre ile evlendi. Hazret-i Sâre, ahlâk-ı hamîde sâhibi sâliha bir kadındı. İbrâhîm -aleyhisselâm-’a karşı son derece itaatkâr idi.

İbrâhîm -aleyhisselâm-, daha sonra yine emr-i ilâhî üzerine zevcesi Sâre ile Şam’a, oradan da Mısır’a geçtiler. Lût -aleyhisselâm- da, peygamber olarak Sodom’a göç etti. (Sodom, Lût Gölü’nün bulunduğu yerdir. Altı üstüne çevrildiği için âyet-i kerîmede “mü’tefike” denilmiştir.)

ATEŞE ATILIRKEN ETTİĞİ DUA

Hazret-i İbrâhîm’in “–Benim Rabbim dirilten, hayat veren ve öldürendir!” sözüne öfkelenen Nemrûd, O’na nasıl bir cezâ verileceği husûsunda avanesini toplayıp onlarla istişâre etti.

Henûn  adında bedbaht birisi: “–O’nu büyük bir ateşte yakalım!” dedi.

Bu teklif kabûl edildi. Ateş için hazırlıklar başlatıldı. Bir ay odun taşındı.

Câhil ve ahmak halk:  “–Bu insan, bizim putlarımıza karşı çıkıyor!” diye odun taşıma işinde seferber oldular. Dağ gibi odun yığıldı. Yakılan ateşin alevleri semâlara çıkıyordu. Harâretinden dolayı, kuşlar yakınından bile geçemiyordu.

Bütün hazırlıklar bitince halk, ateşin başına toplandı. İbrâhîm -aleyhisselâm- elleri kelepçeli ve ayakları prangalı bir şekilde oraya getirildi. Ancak o büyük peygamber “Halîl” olduğu için çok zor bir durumda olmasına rağmen büyük bir teslîmiyet ve tevekkül içinde idi. Gönlünde en ufak bir korku ve endişe yoktu.

MELEKLER ALLAH’A DUÂ ETTİLER

 

Nemrûd ve cemâati, O’nun ateşe nasıl atılacağını müzâkere ettiler. Nihâyet, mancınıkla atılmasına karar verdiler.

Yerdeki ve gökteki melekler, hayret içinde: “–Aman yâ Rabbî! Sen’i en çok zikreden İbrâhîm -aleyhisselâm- ateşe atılıyor! O Sen’i bir an bile unutmayan bir peygamberdir! O’na yardım etmek için bize izin verir misin Allâh’ım?” diye yalvardılar.

Allâh Teâlâ’nın izin vermesi üzerine bir melek İbrâhîm -aleyhisselâm-’a geldi:

“–Rüzgârlar emrime verildi. Arzu edersen ateşi darmadağın edeyim!” dedi.

Diğer bir melek: “–Sular emrime verildi. İstersen ateşi bir anda söndüreyim!” dedi.

Bir başka melek: “–Toprak emrime verildi. Dilersen ateşi yere batırayım!” dedi.

İbrâhîm -aleyhisselâm- ise, bu meleklere: “–Dost ile dostun arasına girmeyin! Rabbim ne dilerse ben ona râzıyım! Kurtarır ise, lutfundandır. Eğer yakar ise, kusûrumdandır. Sabredici olurum inşâallâh!”diye mukâbelede bulundu.

Mancınığa konup ateşe atılmak üzere iken de İbrâhîm -aleyhisselâm-: “Allâh bize yeter, o ne güzel vekîldir.” diyordu.

“ALLAH BİZE YETER, O NE GÜZEL VEKİLDİR”

Abdullâh bin Abbâs -radıyallâhu anhümâ-’nın rivâyet ettiğine göre İbrâhîm -aleyhisselâm- bu sözü, ateşe atılırken söylemiştir.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de bu sözü, “Müşrikler size karşı toplandılar, başınızın çâresine bakınız!” denildiğinde söylemiştir. Bunun üzerine Müslümanların îmânları artmış ve hep birlikte: “Allâh bize yeter, O ne güzel vekîldir!” diyerek, Allâh’a karşı eşsiz bir teslîmiyet örneği sergilemişlerdir. (Buhârî, Tefsîr, 3/13)

CEBRÂİL (A.S.) GELDİ

Hazret-i İbrâhîm -aleyhisselâm- tam ateşe atılmak üzereyken Cebrâîl -aleyhisselâm- geldi ve:

“–Bir dileğin var mı?” diye sordu. İbrâhîm -aleyhisselâm-: “–Evet, bir talebim var, fakat senden değil!”cevâbını verdi.

Cebrâîl -aleyhisselâm-, İbrâhîm -aleyhisselâm-’a hayretle: “–Niçin Allâh’tan kurtuluş istemiyorsun?” dedi.

O da: “–Hâlimi O biliyor! Ateş kimin emri ile yanıyor? Yakma kimin işidir?” diye cevap verdi. Şâir bu cevâbı; “Âgâh olunca hâle, hâcet mi kalır suâle!” şeklinde mısrâya dökmüştür.

Allâh Teâlâ, İbrâhîm -aleyhisselâm-’ın meleklerden bile müstağnî davranıp bütün talebini Hakk’a yöneltmesinden râzı olmuş, O’nu Kur’ân-ı Kerîm’de:

“Sözünün eri olan (ahdine vefâ gösteren) İbrâhîm.” (en-Necm, 37) âyet-i kerîmesiyle senâ etmiştir.

Yine Cenâb-ı Hak, O’nu: “Rabbi O’na «Teslîm ol!» deyince, derhal «(Bütün varlığımla) Âlemlerin Rabbine teslîm oldum!» dedi.” (el-Bakara, 131) âyet-i kerîmesi ile de, teslîmiyet timsâli olarak takdîm ve taltîf etmiştir.

 

Yazarın Diğer Yazıları